Cumartesi, Nisan 29, 2006

Seçmece Foto -2-

























Seçmece Foto -1-




















evdeyim

        İyisiyle kötüsüyle bişeyler yazmaya çalıştım. Pek geziyle alakalı olmadı yine ama yazdım işte... Sıkılmadan okuyabilen bir kişi olursa ne mutlu bana :) Aslında resimleri koymak isterdim ama çoooook fazla resim var ve hepsi bende değil, seçmek lazım yani, bir iki tane koyarım sonra tahminen...

7.Akılda Kalanlar

        Aslında aklımda pek bişey kalmadı İstanbul gezisinden, sadece bir iki isim ve sıkıntılı bir dönüş yolculuğu.

        Bir önceki yazımı yazarken nerede olduklarını merak ettiğimi filan yazmıştım. O sırada Kemancı’ya gitmişler, ben onları yazıp yatmaya hazırlandığımda bir mesaj geldi Berkem’den. İşin garibi beni unutmaktan çok benim aramamı bekliyorlarmış, işte bu cidden garip geldi, ertesi gün yine bana “sattın bizi” dediler... Ben onları otele gitmeden 4 saat beklemiş olmama rağmen.

        İstanbul’da kalacaktım, hatta bunu isteten en çok şey yeni tanıştığım hayatımda belki bir daha göremeyeceğim kadar güzel biriydi, ama kalmadım, kalamadım. İşin açıkçası acele etmek istemedim, ne eğlence için, ne kız arkadaş için ne de başka bişey için artık acele etmek istemiyorum, özellikle kız konusunda... Çünkü şu anda 26 yaşında okumakta olan bir insanım ve ne derlerse desinler kadınlar statü düşkünü yani sadece öğrenciyim diye, onlar değilse hemen terkedebilirler... En son bunun gibi bişey yaşamıştım Ve artık hayatımın insanı (zorlayarak da olsa bir gün sölerim belki) diyeceğim insan karşıma çıktığında ona beni terketme fırsatı vermek istemiyorum. Hem ben yazlnızlığa galiba çok alıştım...

        Otobüste gelirken insanlar son ses arabesk disco şeklinde dans ederek geldiler ama gerçekten de bu arabeskin disko müziğe çevrilmişi de iğrenç bir şey, ama farkettim ki koca bir otobüste müzik dinleyen 2-3 kişi var gerisi müzik dinlemiyor, beyinlerini çürütüyor (yolda bangır bangır olan o sese kesinlikle müzik demek istemiyorum) Giderken kulaklıklarımı unutmuşum ama orada Gizem bana verdi bir çift! Ama kesinlikle yetmedi, hatta bi ara trash dinledim uzun bir süre o bile sesi kesmedi, o arkada anıran manyağın sesini. Bir ara gerçekten sinirim bozuldu hatta bağırmaya çağırmaya başladım, hatta yazık kabak da muavin’in başına patladı resmen...

        Yoldayken Onur’un suratını boyamaları için çantamdan keçeli kalem çıkardım, aynı gözde telefonum da duruyordu! Kalemi geri koyarken farkettim ki birilerini arıyorum, eski bir kız arkadaşımın annesini aramışım. Garip geldi çünkü ortalarda bir yerlerde ismi. Sonra panikledim kapattım, yolun bir kısmında kara kara ne algılandığını düşündüm bu telefon etme olayının. Sanki kusura bakmayın yanlış aradım desem de, “rahat bırak bizi de kızımızı da!” denicek gibi geldi, kendimi baş belası gibi hissettim. Sonra bugün beni aradı, güzel konuştuk, ama geçmişten bilgiler verdi ister istemez ve bunlar bir an olsun beni baya bi geçmişe götürdü ve rahatsız etti, ardından şimdiki ilişkisinden örnek verince o eski kız arkadaşımın, kendimi gerçekten çok kötü hissettim... Her neyse daha fazla bahsedip düşünmek istemiyorum zaten...


        Yoldayken çok mutlu olduğumu söyleyebileceğim bir hediye aldım, Gizem ben kafamı koymuş müzik dinlerken beni çizmiş. İşte bu benim dedim kendimce, yani beni görmüş olanlar varsa o kafasındaki görüntüyü silsinler esas ben böyle bişeyim, aslında ortamdan ve o andan kaynaklanan suratım daha bi fazla asık ama genelde suratım da asıktır benim, mizacım böyle napıyım....

        Akhisar’dan sonra Balçova’ya gidecekler ve Karşıyakaya gidecekler şeklinde otobüsler ayrıldı ve biz bir kaç kişi olarak diğer otobüse geçtik. Daha bi iyiydi diğer otobüs, şöförüyle, muaviniyle filan. Bi de Bahar hocayla uzun uzun muhabbet etme fırsatı bulmuş olduk.

        Genel olarak gezi bence harikaydı, yani gezdiğimiz yerler güzeldi, hep yakınına gittiğim ama içine girmediğim yerleri dolaşmış oldum, geçmişi yad ettim ve en güzeli yoruldum, evimi özledim. Kötü olan kısmı oradaki ‘arkadaş’ larla soğuk ve uzak bir ilişkiden öteye gidemememiş olmam ama bundan dolayı da kendime fazlasıyla şey öğretmiş oldum. Ama hala arkadaşlık için fırsat var, hem de daha 4 sene, aceleye gelmemiş olması da güzel bişey. Ve yeni bir insanla tanıştım (hiç tanımadığım) gözüm gönlüm açılması bir kenara başka insanların var olduğunu görme şansım oldu...

        İyiyim keyfim yerinde, hala geçmişime bir özlem var, bu gezi hiç bir şeyi unutturmadı ama sakinledim, o içimdeki anlamsız sıkıntıyı attım...

6.Genel istanbul gezisi

        Güzeldi, ne olduysa, ne yaşandıysa güzeldi. Bu geziyi bi kronolojiye sokmak istemiyorum sadece aklımda kalanlar ve ne sırada kaldıysa...

        Tanıdığım insanlarla tanıştım, içimeki bir ses okula dönünce hiç bu gezi yapılmamış gibi olacak diyor ama değişme ihtimali keyifli olmama yetiyor. Eğlenceliydi, insanlarla dolaşmak gezmek vs. sanki yıllardır tanıyormuşuz birbirimizi gibi davranmak ama ertesi gün hiç tanışmamış gibi kahvaltı salonuna inmek... Galiba bunlar benim suçum, ilgi görmeye alışmışım galiba ve görmediğim zaman göstermiyorum, oysa ki eskiden ilgi görmemin nedeni ilgilenmemdi, ama şimdi ilgilenmekten yorulduğum için yeni insanlarla ilgiyi de haketmeyecek bir durumdayım. Yani herşey benim suçum, soğuk arkadaşlıklar vs. Burada insanlara sanki gruplaşmışız gibi gelsede bence biraz gruplaşmaları yok ettik. Geri döndüğümde bir çıt bile olsa daha eğlenceli olacak ve belki mezun olurken ağlayarak mezun olucaz. Galiba bu gezilerin en önemli kısmı insanlara değer yüklemek, gezinin bittiğine üzülüyorum her ne kadar gece onlarla bir türlü kesişemesek de!

        Yarın okul turu bitiyor ama ben İstanbul’da kalıyorum Sertaç’ın yanında. İstanbul’da kalmak istiyorum gerçekten ama bir yandan da geldiğim bu grubu terketmek istemiyorum, üzülüyorum... Belki de yalnızlık hissimin yavaş yavaş kaybolmaya başladığını hissetmeye başladığım hissidir, yani biliyorum çok küçük bişey ama galiba hayatımın önemli bir noktasının çözüme ulaşması için en önemli nokta... Ben kendimi ilk defa buraya, bu insanlara ait hissettim; bir yere ait hissettim.

        İstanbul Modern’e gittik bugün! Hakikaten çok güzel bir iş çıkarmışlar, orada ki eserlerden çok kafeden bahsetmek daha hoşuma gidiyor yine de çünkü hakikaten çok keyifli bir mekan... Denize sıfır olması bir yana en işlek deniz trafiğine sahip bir yer olması, hem huzur hem de hareketi hissetmek güzel bir şey. Heykel sergisini dolaşmamız gerekiyordu, salı günü sunum yapmamızı istediler, teker teker, ben orada işimi bitirir bitirmez hemen kafeye gittim, bara oturdum (sadece bar da sigara içiliyormuş) ve bişeyler söyledim, sonra Bahar hocam geldi onunla sohbet ede ede uzun süre oturduk, (Bahar hocayla oturup muhabbet etmeyi özliycem, okulda pek fırsatımız olmaz tahminen) kalkmak istemedim hiç... Muhabbet de, mekan da, deniz manzarası da harikaydı...

        İstanbul’da yaşamak istemem belki ama her hafta sonu gelebilsem keşke...

        Yarın otelden çıkış yapıcaz, kalbimin bir yanı kal derken, diğer yanı geri dön Tuğçe ile muhabbet ederek, Didem, Meriç ve eküri ile eğlenerek o zamanı değerlendir diyor... Ne biliyim galiba uzun bir süre gelme şansım olmayacak, bir yandan bişeyleri kaçırcam, bir yandan diğer şeyler yanımda olacak, her iki şekilde de hem karlı hem zararlı çıkıcam... Şimdilik son karar kalmam üzere ama yarın ola hayrola ben deli bi adamım ne yapacağım belli olmaz haliyle... Ama kalmam gerekiyor galiba, daha Zeynep’le Alaz’la görüşemedim, gerçi görüşebilir miyim onu da bilmiyorum. Keşke birisi gerçekten içten bi “kal” dese!!! Kararsız kalmaktan nefret ediyorum...

        İsim hafızamı geliştirmem gerekiyor. İlk ismimi öğrendiğim insan ile konuşmadan kafamdan sürekli tekrarlasam aslında ezberleyene kadar... Şimdi buraya yazmak istediğim o kadar insan var ki! Ama o kadar kötü ki isim hafızam, birinin ismini yanlış yazmaktan korkuyorum.

        Kavgasıyla, gürültüsüyle güzel geçti aslında, gerçi daha geçmiş sayılmaz, yarın ne olacak, sonra? Hiç bir şey yazmadım sanki henüz, sanki yazacak çok şey varmış gibi hissediyorum, sanki ben garip bir şekilde değiştim, kendimi sevmeye, çok sevmeye başladım sanki, pişmanlıklar değil veya sabırsızlık değilde daha bir mantıklı bakıyormuşum gibi herşeye. Bu arada yanlış anlamayın hiç bir zaman mantıksız olduğuma inanmadım ne kadar farklı olsa da, mantık dışı şeyler yaptığıma inanmıyorum, sadece yapmadığım şeylerden pişmanlıklarım ve sabırsızlıklarımdan sinirim kendime, işte onları yenmiş gibiyim. Hani insan her gün biraz büyür denir ya, işte ben sanki bu gezide bir aylık büyümüş gibiyim

        Neredeyse hiç para harcamadım, kendime bişey almak zaten söz konusu değildi ve almadım, sadece bugün İstanbul Modern’de normalde olması gerekenden fazla bir hesap ödedim (13YTL). Kendimi takdir ediyorum bu para harcama konusunda da

        Şimdi insanlar nerede bilmiyorum, ne yapıyorlar? Beni arayan olmadı, çok kişi arıycaz biz seni deseler de. Galiba insanlara karşı çok soğuk davranıyorum ve insanlarda beni aramaktan çekiniyorlar ya da o kadar uzak davranıyorum ki yokluğumu hissetmiyorlar, her neyse ben üzüldüm kendime, yalnız olduğum için değil, beni tanıyanlar bilir yalnızlığı çok severim ama uzak davrandığım için, “bana ne, ne yaparlarsa yapsınlar, ben kendimle mutluyum ve kimse beni ırgalamaz” şeklinde tavır sergilediğim için, üzgünüm çünkü insanlara fırsat tanımadığım için, onlara gerektiği kadar gülümsemediğim için.... Ama şimdi gerçekten sadece merak ediyorum, yani kızmıyorum, beni neden aramadılar diye, sadece keşke onlarla vakit geçirmek için elimden geleni yapsaydım diyorum.

        İnsanlardan kendimi çok fazla soyutladığımın farkına vardım, duvarımı çok kalınlaştırıp çok yükselttiğimin farkına vardım. Tamam biliyorum, yıkılmaması lazım bu duvarın, artık korumasız bırakmamam lazım kendimi, ama bu kadarı da fazla, beni beğenen (arkadaş olarak), merak edenler, tanımak isteyenler için fazla, artık izin vermeliyim benim orada olduğumu görmeleri için.

        İzmir’deyken çok sıktım kendimi, sorunu bulmak için, çözmek için, neyin yanlış olduğunu anlamak için, gelmeden önce söylediğim gibi, ihtiyacım vardı uzaktan bakmaya ve gerçekten işe yarıyor galiba, bu yazıda bahsettiğim ve bahsetmediğim o kadar çok şeyin farkına vardım ki....

5.Yolu anlatıyım

        Saat 10da okulun oradaydık, tıklım tıklımdı, bir otobüse doluştuk, sonra Alsancak’a gittik... Alsancak’ta bir otobüs daha eklendi, içinde sadece 12 kişi vardı, tanıdık simaların hepsi oraya geçtiği için bende bir şekilde oraya geçtim... Bir sürü insan vardı sadece “merhaba” dediğim ama pek muhabbetim olmayan 10saniye sonra aralarındaydım sanki her gün beraber bir masada oturuyormuşcasına... Gecenin bi saatine kadar hopladık zıpladık sonra mola verdik herkes sızdı... Ben uzun bir süre uyuyamadım... Koridorun en önündeki basamağa oturdum bir yanda kaptan bir yanda muavin biraz muhabbet etmeye çalıştım...

        Garip bir his, Bahar Hoca’nın sayesinde galiba ama birden kendimi cidden sorumlu hissettim bütün öğrencilerden, arkası havasız mı diye kontrol ettim klimayı açtırdım, sonra serinleyince üşütmesinler diye kapattırdım, uyuyanları gördükçe “Ah canım benim!” şeklinde yüzünü sevesiğim geldiği bile oldu, iki kişilik yerlerde iki kişi uyumaya çalıştığı zaman onlara yer açtım neredeyse herkesin iki kişilik yerde tek başına uyumasını sağladım, ayakta kalmama rağmen, elimden gelse teker teker üzerlerini örtücem, alınlarından öpücem, “allah rahatlık versin evladım” diycem; yani evet biraz abarttım bu hissi. Neyse sabaha geçmişti...
        
        Sabah boğaz köprüsüne bakmak yerine makyaj yapıyordu ve anladım ki yanlış yerdeyim . Garipsedim ama bi daha böyle bir konu çıkmaz diye de fotoğraf çektim, yine kendime eğlence yaratmıştım yani. Uyku vardı herkes de, mahmurluk! Piere Lottie (yanlış yazmış olabilirim) denen bir yere gittik, o zaman farkettim ki bu bir okul gezisi değil turistik geziymiş, insan küçük çaya bir buçuk milyon verince ayıyo ingiliz turist muamelesi gördüğünü, değmezdi manzara ve iki çay için 5kağıt vermeye, yine de ingiliz mantalitesi güden turistlere öneririm ve gütmeyenlere tok gidin derim

        Keyifler yerindeydi oradan ayrılırken, ardından miniaturk denen yere gittik. Aslında yapmaya çalıştıkları fikir çok iyi olsada çok kötü bir mekan kesinlikle, tam Türk işi... Türklerle ilgili gördükleri herşeyin maketini serpiştirmişler insanlara dolaştırıyorlar ama biraz da islami amaç güdülmüş gibi.
        
        Ardından Koç müzesine gittik, bence bir endüstriyel tasarım öğrencisi için gidilmesi gereken bir yerdi ama karnımız açtı ve sersemlik vardı, o yüzden orayı da ingiliz turistler gibi gezdik (tamamen bizim suçumuz) Araba kolleksiyonu inanılmaz adamın. Para var huzur var. Bi de orada fotoğraf makinesinin pilinin bitmesi hiç iyi olmadı, istediğim resimleri çekemedim.

        Otobüse bindiğimizde tekne gezisi için ve Yemek için 10’ar milyon toplamaya kalkıştılar, sonra birden millet coştu benimle beraber, sonuçta ingiliz turist muamelesi görmeye başladığımız yetmiyor gibi birde onların yolunduğu gibi bizide yolmaya çalışırmışcasına bir izlenim oluşmaya başladı haliyle... Sonra itirazlara “kesinlikle bu kurallara uyulacaktır!” denince birden ipler koptu haliyle. Ve yine her zaman ki gibi olay farklı bir boyuta taşındı, insanlar Zuhal hocanın uçakla gelmesini bile sorun etmeye başladı... Yani sonuçta sorun gitti başka bir yerlere.... Sonuç olarak da sadece amacına ulaşan benimle Gizem oldu çünkü para vermedik, gerçi insanların da yapması gereken buydu ama insanların para sorunu olmadığı için onlar bunu yapmadı, onların tek derdi otele gitmek oldu sanki okulla gelmemişiz gibi. Yine de suçladığım ne hocalarımız, ne de istekleri yüzünden öğrenciler, aslında tek suçladığım yolma tekniğiyle para kazanmaya çalışan tur şirketi ve kızdığım hacaların buna karşı bişey yapmamaları...

        ... Ve sonuçta bir sosisli yedik 5kişi olarak 2,25YTL karşılığında ve tekne gezisine çıktık, boğaz turu bence keyifliydi, en çok hoşuma giden kesinlikle boğaz köprüsünün altından geçmekti ..........

        Otele geldiğimizde keyifler iyiydi, odamıza geldik, sonra ben sızmışım! Oysa ki BabaZula ‘ya gitme şansım vardı ve gitmek de istemiştim ama yol yorgunu muhabbeti, Efe gitti ben sızdım, şimdide saat 1:30 uykum yok... Yarın 8:30’da yola çıkıcaz...


        Haksızlıklara karşı savaşmak, haklarını savunmak, bir yandan da hakkın olmayan için savaşmak! Ben çok rahatsızlık duyuyorum haksızlığa karşı yapılan savaşın ekstra haklar için kullanılmasına, neden insanoğlu yetinmez ve diğerlerinin hakkına müdahele edecek kadar doyumsuz olur anlamıyorum. Anlamam gerekiyor biliyorum çünkü şımarık ve doyumsuz bir insan oldum hayatım boyunca ama anlayamıyorum çünkü hakikaten kimsenin hakkında gözüm olmadı, kimseye haksızlık yapmayı isteyerek ya da haksızlık yaptığımı bile bile, haksızlık yapmadım. Böyle bir durumda ne diyebilirsiniz ki “Açın gözlerinizi!” mi?

4.Türkçe Pop

        Bir allahın kuluda adam akıllı müzik dinliyor olsa! “Arabesk yok mu arabesk?” “Gülşen koyuuuun!!!” Bilmiyorum belki de ben çok uzaklardaydım ve şimdi ister istemez bunların arasındayım. Müzik herşeyi değiştiriyor mu diye düşünmüyor da değilim çünkü ne yalan söyliyim eğleniyorum ama sonuçta eğlence bittiğinde müzik istendiğinde resmen acıyorum bazen. Acı çeken şarkıcılar grubunun müzikleri isteniyor, benim dalga geçmemek için kendimi tutmaya çalıştığım ama bi türlü beceremediğim acınası şarkılar. Müzik dinleyen yok mu kardeşim burada diye bağırmak istemedim değil bir çok zaman... Gerçi orada kaç kişi benim gibiydi onu da bilmiyorum. Yani belki de 1-2 kişi bunu istiyordu ve gerisi uyum sağlamak adına kabullendi durumu, benim gibi, bilemiyorum.

        Şimdi kendi müziklerimleyim kendi sevdiklerimleyim, ne fazla sert ne acınaklı, keyifli ve işin açıkçası Müzik!.Bazen zevkler ve renkler; eleştirmek anlamsız ve gereksiz diyorum kendime ama yani acımadanda duramıyorum, yani o insanların karşısına müzik mi konmamış, hiç müzik mi dinletilmemiş yoksa hakikaten beyinleri müziği kabullenemeyecek yapıda mı anlamıyorum! Gerçekten!

3.Kendini bulmak

        Kaybettiğimi söylesem de kendimi belki de hiç bulamamıştım. Şimdi neden her ne olursa olsun kendimi arıyorum. Nasıl gözükmek istiyorum, nelerden zevk alıyorum, nasıl bir insan olsun hayatımda, arkadaşlarım kim olmalı? Bir sürü ve dört-beş katı cevap var karşımda, onları ben kesiştircem, insanların söyledikleri artık boylarını aştı onları daha fazla dinlemiycem sadece daha önce söylediklerini unutmıycam. Şimdi kendime uzaktan bakma zamanı, yeni insanlarla tanışmak daha önce beni görmüş nasıl bir insan olduğumu düşünmüş olduklarını öğrenme zamanı. Nerde olduğumu nereye gittiğimi bulma zamanı, uzaktan bakma zamanı.... Sadece 1buçuk saat sonra otobüste uzaklaşıyor olucam hiç arkama bakmadan ilerliycem belki bunu hayatıma uygulayabilirim daha sonra ama kesinlikle geri dönücem çünkü olmam gereken yer burası, beğensem de beğenmesem de ben şu anda buraya aitim...

2.koku peşinde

        Kokusu çok etkiliyo beni, salak aptal vs. beni ilgilendirmez, arkasından gidesim geliyo, sakinleşiyorum. Koku, bakış, gülüş... Beni en çok etkileyen şeyler ve sesi, tuzu biberi oluyor. Kokusunu duyabileceğim kadar uzakta olsun, gözlerimin içine baksın ben ona bakarken ve gülümsesin aniden... Ama bunların hepsinin olduğu bir insan, yada şöle söyliyim, hepsinin beğeneceğim kadar güzel başka bir insan daha bulabileceğime inanmıyorum o yüzden sadece kokusunun peşinden gidebiliyorum bir insanın.

1.Anormal Pazar

        Normalde pazarları hep sıkıcı ve boş geçerdi, bi de hep keyifsiz uyanırdım. Bu pazar pek öyle olmadı, yapacak o kadar çok işim vardı ki pek sıkılmaya, keyifsiz olmaya zaman bulamadım. Yarın akşam İstanbul’a gidiyoruz ve şimdiden bavulumu hazırlamam gerekiyordu çünkü giyecek hiç bişeyim kalmamıştı bende çamaşırları yıkadım astım ütüledim filan derken zaman geçti, bi de ortalığı toparlamak ve bulaşıkları yıkamak uzun zamanımı aldı. Ama gitmeden önce evin temiz olması önemli bişey, çünkü döndüğümde evimi özlemiş olucam ve her şey güzel olursa o gün gerçekten güzel bir uyku çekerim ve en azından bir haftam güzel geçer İstanbul’da her ne olursa olsun.

        Uykum var feci şekilde ve artık yarım kalsada bırakıyorum yazmayı da, ütüyüde toparlamayıda. Yarın saat 10a kadar vaktim var hepsini sonlandırmam için. Biraz heyecan var, malum uzun süre oldu yola çıkmayalı ve kimler geliyor bilmiyorum, her kim olurlarsa olsunlar yeni olacakları kesin çünkü biz sadece 3 kişi gidiyoruz, geri kalan 50kişi benim için yeni insanlar.... Her neyse saçmaladığım yeter, uyuyayım, uyanayım, okula gidiyim ve gidelim istiyorum biran önce, iyi veya kötü farklı bişeyler yaşamak istiyorum, artık onu düşünmekten kurtulmak istiyorum, bu artık çünkü bir takıntı haline gelmeye başladı...

Pazar, Nisan 23, 2006

istanbul gezisi

        Yarın akşam saatlerinde istanbul’a doğru yola çıkmış olacağız. Eğlenceli geçer umarım, ama buradaki yazıları okuyanlar için, bir hafta boyunca burada yeni yazı göremeyebilirsiniz, gittiğimde bağlanır mıyım bilmiyorum ama bağlanmak istemiyorum, bilgisayarım yanımda olacak yazı yazacağımm ama geri dönmeden önce yayınlamayı düşünmüyorum ve geri döndüğümde sayfa zamanınızı gerçekten alabilir çünkü yol boyunca yazdığım herşeyi döndüğümde yayınlayacağım...

        Şimdilik hoşçakalın, kendinize ii davranın...

Cumartesi, Nisan 22, 2006

Boş zaman

        Galiba okuldaki insanları, boş zamanlarında ne yaptığını bilemeden yada görmeden tanıyamıyorsun, bende evden çıkmayan bir insan olarak sadece okuldaki insanları tam olarak tanıyamamış olmam. Galiba o yüzden her gün okulda suratını gördüğün ama yeri geldiğinde selam bile vermediğin adamla dışarıda karşılaştığında muhabbet etmeye çalışıyorsun -ben hala bunu yapmıyorum ama yapanlara hiç bi zaman anlam verememiştim- Şimdi merak ediyorum insanlar boş zamanlarında ne yapıyorlar nerelere gidiyorlar, ama birine sen okul harici napıyorsun dediğinde, genelde garip garip bakıyorlar, “nasıl yani?” diyorlar -sadece bi kere denedim-. Etrafımda insan olmamasının sebebide bu galiba evden çıkmamam insanları tanımıyor olmam ve insanların beni tanımıyor olması. İstanbul gezisi yarayacak diyelim o zaman çünkü benim hem parasal olarak hem de ders olarak dışarılarda sürtmem şu sıralar mümkün değil.

İtalyanca sınavı

        Bugün italyanca sınavım vardı, hiç bir şey aklımda kalmıyo diye sinirleniyordum ama çok iyi geçti. Tabii ki 100üstünden 100 alamam çünkü hafızam yine de o kadar sağlam değil ama kendi kapasiteme göre accayip iyi geçti. Keyfim o yüzden çok ii.. Gerçi çok yorgunum ama ortalığı toplamak istiyorum çamaşırları yıkamak, ütülerini yapmak filan... Ve tabii ki salon çünkü hakikaten ayağını basabileceğin kadar büyük bir yer kalmadı, kalıp ortalıkta, malzemeler ortalıkta... Aslında orayı atölye mi yapsam diyorum yani projektöryok artık nasılsa, koltuğu odama alırım, yatağı satar atar bişeyler yaparım ne biliyim, duvara diker bazasını eşya için kullanırım filan... Aslında tam atölyelik orası, tek engel Berkem’in gardrobu orada...

Perşembe, Nisan 20, 2006

Gelecekten anılar

        Arabadayım, müziğin sesi açık elimi direksiyona vurup ritim tutarak, sahil yolundan evime geri dönüyorum. Üzerimde keyifli bir yorgunluk, aklımda son bir haftada yaptıklarım, eve gidince yapacaklarım var.

        Bahçe kapısının kumandasını alıyorum evime, basıyorum ve yavaş yavaş açılmaya başlıyor kapı. O kadar büyük bir kapı değil ama şu filmlerde olanlar gibi iki kanatlı, demirden, iki tarafa açılan cinsten. Açılmaya başlamasıyla beraber aynı anda bir sürü ışık yanıyor bahçeyi aydınlatan, e malum yalnız bir insanım, bazen aksi şekilde beni kandıracak görsel şeylere ihtiyaç duyuyorum.

        Evim küçük cam çoğunlukta olan küçük bir ev, kocaman evleri hiç bir zaman sevemedim, ilk kez ikea’ya gittiğimde bile en çok sevdiğim 24metre karelik olan ev uygulamasıydı. Ama paranın getirdiği bir şey galiba lüksten de kaçamadım, havuzum evin oturduğu alanla aynı yere sahip. Evin en çok beğendiğim yeriyse salonun havuza bakan kısmı galiba, oranın altı da cam üstü de ve bir kısmı havuzun üstüne uzandığı için orada oturunca havuzun üstünde oturmuş oluyorsun, oranın verdiği suyun üstüne oturmuş hissini seviyorum. Arabayı park yerine koyuyor kilitliyorum, her zaman yaptığım gibi kilitlerken Mini’ye bakıyorum. Duygusal bir bağım var sanki onunla, ondan geriye kalan tek şey galiba o yüzden.
        
        Alarmın şifresini yazıyorum, içeriye giriyorum, evde ayakkabılarımla dolaştığımdan çıkarmıyorum ama cebimdekileri hemen boşaltıyorum, zaten sırf bu işi yapmak için evin girişinde solda bir girinti var ve orada kocaman bir kase, herşeyimi onun içine atıyorum. o girintiyi geçer geçmez yine solda 40cm alt kotta yapılmış biraz geniş bir salonum var, iki basamakla iniliyor, yerler ahşap, geri kalanı alabildiğine cam, salona doğru baktığınızda sola doğru arkasını dönmüş üç kişilik bir kanepe ver yerde yastıklar, televizyonum yok salonda ama küçük bir şöminem var. Sağ tarafa baktığınızda ise giriş kotunda olan bir mutfak, salona amerikan mutfak şeklinde bir tezgahın oradan bakıyor ve girişi açık.
        
        Ben hiç bir zaman eve geldiğimde ne mutfağa, ne de salona girmeye alışamadım, hep yatak odamdır ilk gittiğim yer, gider üstümde ne var ne yoksa çıkartır, anadan üryan bir şekilde mutfağa döner buzdolabın kapağını açıp içecek birşeyler aranırım ve nedense sürekli birşekilde bunu yaparken bacağımı kaşırım. Sonra soğuk birşeyler alıp orada iki yudum alır, evimle özlem gidermek adına 10saniye gibi bir süre salona ve salondan gözüken ışıl ışıl havuza bakarım sonra da banyoya çıkarım. Bu akşamda aynı şeyleri yapıyor ve odama çıkıyorum ardından mutfağa sonra da banyoya...

        Görgüsüz diyin isteseniz ama banyomun içinde bir jakuzi var ve tepesi tamamen cam, içeride bir de saklı müzik sistemi. Dolduruyorum jakuzinin içini, beni sakinleştiren esanslardan koyuyorum içine ve ışıkları kısıp, jakuzinin içine giriyorum, eskiden bu kadar sıcak suyu sevmezdim, artık kaynar gibi olmadn giremiyorum... Kumandaya uzanıyorum, elimde mutfağa gittiğimde almış olduğum Cumartesi Kırmızı -nedense şaraba çok para veremiyorum ve galiba en sevdiğim içtiklerim arasında hep bu oldu, yada herşeye olduğu gibi bunla da bi duygusal bağım var. - müzik açıyorum, zaten hazırda yapmış olduğum ‘banyo keyfi’ isimli liste, çalmaya başlıyor...

        “in the mood for love - Yumeji's Theme - Umebayshi Shigeru;“

Mini servis

        Uzun süredir arabayı servise götürmüyordum, hani 300-400 şimdi beni rahatsız eder diye. Bugün aradım belki sadece yağ filan değişir ve pek bişey tutmaz, ben yine bi öğreniyim diye; 450euro civarı, eğer başka bişey çıkmazsa denince bugün karar verdim ki o araba bana çok fazla! Benzin bile koymak zorken bi de servis işi artık zorlamaya başlar beni. Ben en iyisi bir yere parkediyim aracı üzerine brandasını seriyim ve artık bir arabam olduğunu unutayım. Zaten bir anlamı kalmamıştı, çünkü o bizim hayalimizdi onunla, içinde onu göremediğim sürece, yada bizim arabamız diyemediğim sürece, anlamsız geliyordu bu araba bana. Arabanın rengi, önde onun tokasına asılı domuzcuk, arkada ördek hepsi onun bir parçası... Bazen hayatta satmam dediğim arabayı satasım bile geliyo ama erken daha ve satınca noolcak ki... İstanbul gezisi öncesi kaldırır bir yere, üstüne brandasını serer sonra bırakırım dinlenmeye, bir kaç sene dinlensin...

çamaşır

        Yeni yıkanmış çamaşırların kokusu gibi yoktur. Odama astım hepsini kurusunlar diye, ooooh o kadar güzel kokuyor ki!....

İtalyanca öğreniyorum

        Keyfim yerinde :) salı günü derste sınava benzeyen örnekler çözdük ve biraz olsun anlamaya başladığımı farkettim. İlk dersleri kaçırmak nelere malolmuş şimdi daha iyi anlıyorum. Cumartesi sınav var, bugün başladım çalışmaya, gerçi aylar önce başladım da bi yol katedemiyordum, şimdi anlayarak gidiyorum, gidebiliyorum. Biraz olsun anladıkça İtalya’ya daha çok gidesim geliyo “gidiyim de bir kaç kelime konuşıyım!” şeklinde... Aslında internetten de konuşabilirim ama yapmıyorum nedense, sonuçta internette türkçeyi bile türkçeymiş gibi kullanmıyoruz internette. Bu arada düşünüyorum da geçen dönem daha istekli başşlamıştım italyancaya ama sonuçta soğumuştum, hocanın çok önemi var böyle bişeyde belli ki, yani Aysim hoca olmasa yine FF’lik öğrenci şeklinde kalırdım, Aysim’se hiç yorulmadan cevap veriyor ve onun harcadığı eforu ve gösterdiği anlayışı görünce, karşılığını verme ihtiyacı duyuyorsun, teşekkür ederim hocam :)

Salı, Nisan 18, 2006

Gerginlik

        Bugün artık sinirler gerilmeye başladı. Aslında patlama noktasına geldim ben ama patlamadım bugün. Andrew bile delirdi en sonunda. Neyse bakalım neler olacak notlar açıklanınca.

        Farkettim ki artık sessiz sakin bir şekilde kenarda oturamıyorum, kasıyorum ama olmuyor. Lafımı sakınamıyorum, konuşuyorum... Sadece bir kişi ile ilgili susmadığım zaman pişman oluyorum, onun dışında tartışmalar vs beni pişman bile etmiyor. Artık çok dolmuşum her konuda. Beni yeni tanımaya başlayanlar bir süre sonra ne kadar agresif bir insan olduğumdan bahsedecekler. Haklı yada haksız olup olmadığımı düşünmüyorum artık, bişeyler dokunmaya başlayınca kapatıyorum gözümü açıyorum ağzımı. Bugün hocanın notlarını görünce resmen attı sinirler, yine kontrol edebildim kendimi ve kendime zarar verecek bir noktadan geri döndüm. Gerçi keşke kendimi kontrol etmeseydim diyorum şimdi, en azından bir sonuca ulaşırdı... Ama hakikaten şunu demek geldi içimden “siz bu kadar konuşuyorsunuz ama siz bile neye göre notlandırdığınızı bilmiyorsunuz” sonra sadece iki kişinin notunu söyletip kendi projemi önlerinde parçalayıp “eğer zahmet edip 0 dan fazla verdiyseniz, silin” diyip ayrılmak istedim ortamdan ama karnımın aç olduğunu bildiğim belki de sadece saçmaladığımı düşündüğüm için ileri gitmedim, ama şimdi karnım tok, keşke yapsaymışım diyorum...

        Ha bi de beni daha çok sinirlendiren kaltağın birinin benim kıskançlık yaptığımı düşünüp kıs kıs gülmesi. Yani benim projeyi parçalamak yerine onun götüne sokmak istemedim de değil.

        Evet hala sinirliyim... çünkü ilk defa eğitim almak, bişeyler yaptığımı görmek için geldim buraya ve sonuçta benim yapmayacağım kadar kötü şeylerin takdir edilmesi, benim yapmayacağım kadar basit demiyorum dikkat ederseniz, kötü diyorum, yani böyle şeylerde basit ama adam akıllı çözümler getirilebilinir ama sonuçta hayır KÖTÜ şeylerin takdir edilmesi dokunuyo insana... “amaaan özgür yanlış yere gelmişsin” demek istemiyorum kendime, artık geri dönüş yok, ya onlar kendilerini düzeltecek yada sinirler sürekli gergin olacak, bu kadar....

aşk karın doyurur mu?

Bonibonman (iBook)
00:04:15
bir tanesi ol konu dilimin ucuna
00:04:23
bir kar tanesi erir ağzımda


Queen of Nothing
00:04:43
içtin mi
00:04:45
puha
00:04:48
hahhaa

Bonibonman (iBook)
00:06:37
aslında fena olmaz
00:06:43
şöle diksem şişeyi

Queen of Nothing
00:06:44
:D


Bonibonman (iBook)
00:07:04
bi şişe absolut bi şişe tekila
00:07:08
bi şişe cumartesi
00:07:11
bi galon aşk

Queen of Nothing
00:07:33
:D
00:07:40
romantisik genç


Bonibonman (iBook)
00:08:01
yoo stabil depresifim yine
00:08:14
sadece aşık olabilsem... içsem ve olsam
00:08:19
aşk şarabından

Queen of Nothing
00:08:26
:D
00:08:34
ya ben annamıorum sizi


Bonibonman (iBook)
00:08:43
neden

Queen of Nothing
00:08:51
bu kadar kafa yoramıorum bu aşk işine
00:08:59
belki de aşık olmadıım için


Bonibonman (iBook)
00:08:59
ya yok öle bişey değil
00:09:03
yomuyorum da zaten

Queen of Nothing
00:09:04
bilmiom ama
00:09:12
yani hayatımın merkezinde deil
00:09:13
asla

Bonibonman (iBook)
00:09:22
benim de değildi
00:09:26
ya şey gibi bu

Queen of Nothing
00:09:28



Bonibonman (iBook)
00:09:43
aşık olunca kalbin genişliyo

Queen of Nothing
00:09:50
:D

Bonibonman (iBook)
00:09:52
sonra aşk bitince koca bi boşluk olarak kalıyo

Queen of Nothing
00:09:55
mide gibi mi
00:09:59
haha


Bonibonman (iBook)
00:10:01
evet
00:10:10
ikiside vücudumuzun bi organı

Queen of Nothing
00:10:12
haklısın


Bonibonman (iBook)
00:10:19
şimdi aşk rejimindeyim

Queen of Nothing
00:10:23
ama mide 3-4 gün içinde küçülür


Bonibonman (iBook)
00:10:30
ama şöle bi döner olsa da yesek diyorum

Queen of Nothing
00:10:37
:D


Bonibonman (iBook)
00:10:55
3-4 gün!

Queen of Nothing
00:11:04
hıhı


Bonibonman (iBook)
00:11:11
eğer 2sene boyunca her öğün 6 tabak yiysan

Queen of Nothing
00:11:12
fark bu
00:11:17
haha
00:11:21
o iimişş

Bonibonman (iBook)
00:11:22
biraz zor küçülür o da

Queen of Nothing
00:11:38
ama küçülmesi lazım
00:11:44
kelepçe taktıralım

Bonibonman (iBook)
00:11:45
yavaş yavaşş

Queen of Nothing
00:11:48
senin kalbe

Bonibonman (iBook)
00:11:51
valla olur

Queen of Nothing
00:11:54
çok yavaaaş
00:12:01
tabi küçülmek istemiosa
00:12:06
hiç küçlmez

Bonibonman (iBook)
00:12:11
aslında çok iyi bir noktaya değindin ya

Queen of Nothing
00:12:15
ve sen küçültmek istemion

Bonibonman (iBook)
00:12:15
ben bunu araştırıcam
00:12:32
şimdi mide parasempatik sisteme bağlı

Queen of Nothing
00:12:39
:D

Bonibonman (iBook)
00:12:40
kalp sempatik sistemde
00:12:48
kalp de kasılarak çalışıyor
00:12:51
mide de

Queen of Nothing
00:12:59
peki işi geyiğe vurursak,


Bonibonman (iBook)
00:13:05
mide hızlı çalışırken kalp yavaşlıyor

Queen of Nothing
00:13:08
kalpsizle midesiz aynı şeymi
00:13:10
hahahhaha

Bonibonman (iBook)
00:13:17
hayır işte
00:13:38
bi kalpsiz var bi midesiz
00:13:44
ikisi farklı şeyler

Queen of Nothing
00:14:01



Bonibonman (iBook)
00:14:21
belki de aynı şeylerdir
00:14:32
kalbin kırılınca neden yemek yersin
00:14:38
yada tam tersi olur
00:14:51
yani neden üzüntü mideyi direkt etkiler
00:14:55
demekki
00:15:09
insanlar kalbinden aşık olup
00:15:16
midesinden aşkı bırakabilirle
00:15:30
yada karınları acıkınca aşık olsalar doyarlar
00:15:38
demekki aşk karın doyuruyormuş
00:15:42
işteee
00:15:43
budur

Queen of Nothing00:17:40
:D
00:17:41
ohaa
00:17:49
bi içeri ii geceler demeye gittim
00:17:54
döktürmüşün

Bonibonman (iBook) 00:18:17
yıllardır yanlış bilinen bir tezi çürüttüm
• artık “aşk karın doyurur mu evladııım?” diyecek ebe veyn lere cevabımız vaa


Pazartesi, Nisan 17, 2006

Gülmek istemiyorum

        Gülmek istemiyorum, bana yabancı geliyor. Konuşmak saçma...

Latin

        Ultima vulnerant, ultima necat.- Hepsi yaralar, sonuncusu öldürür.
        Quae nocent docent. - Yaralayan şeyler öğreticidir.
        Dabit deus his quoque finem. - Bu da geçer.
        Carpe diem, quam minimum credula postero. - Gününü yaşa, yarına olabildiğince az güven.
        Video meliora proboque deteriora sequor. -İyi yolu görüyor ve takdir ediyorum, ama kötü yoldan gidiyorum.
        Dum spiro spero. - Nefes aldığım sürece umuyorum. 
        Dum vivimus vivamus. - Hayattayken yaşayalım.
        Errare humanum est. - Hata yapmak insana mahsustur.
        Felix qui potuit rerum cognoscere causas. - Şanslı kişi nedenleri anlayabilmiş olan kişidir.
        Festina lente. - Yavaşça acele et.
        Fluctuat nec mergitur. - Dalgalarda savrulur ama batmaz.
        Hominem te memento. - Sadece bir insan olduğunu unutma.
        Ira furor brevis est. - Kızgınlık kısa süren bir deliliktir.
        Mea mihi conscientia pluris est quam omnium sermo. - Vicdanım bana diğer insanların söyleyeceklerinden daha çok şey ifade eder.
        Mendacem memorem esse oportere. - Bir yalancının iyi bir hafızası olmalıdır.
        Militat omnis amans. - Her aşık bir savaşçıdır.
        Nihil est ab omni parte beatum. - Her güzelin bir kusuru vardır.
        Nullum magnum ingenium sine mixtura dementiae fuit. - İçine biraz delilik karışmamış olan bir büyük zeka yoktur.
        Quae fuerant vitia mores sunt. - Eski ayıplar şimdi adetten oldu. (Seneca)
        Qui timide rogat docet negare. - Çekinerek isteyen reddi teşvik eder.
        Si vis pacem, para bellum. - Barış istiyorsanız savaşa hazır olun.
        Stultum est timere quod vitare non potes. - Engellemeye gücünüzün yetmeyeceği şeyden korkmak aptalcadır.
        Utinam tam facile vera invenire possem quam falsa convincere. - Keşke neyin doğru olduğunu da yanlışı farkettiğim kadar kolay bulabilsem.
        Veritas odium parit. - Gerçekler nefreti besler.
        

Sana

        Bu site, bu sayfa senin için! Senin için anlatıyorum herşeyimi, bana değer verdiğin için. Bu sayfayı beni merak ettiğin, içimde ki gerçek hislerimi, yaptığım şeyleri bilmem için, nasıl bir hayata sahibim anlaman için yazıyorum. Geç de olsa beni tanıman için yazıyorum. Ve teşekkür ederim her gün en azından 3-4 kez girdiğin için, beni yanıltmadığın için. Seni gerçekten çok seviyorum, yanlış anlama artık aşk yok hayatımda, o yüzden seni bir aşkla sevmiyorum, bir arkadaş olarak, bir dost olarak seviyorum, ne kadar dostluğu beceremesemde!

        Hislerime güvenmeyi öğreniyorum yavaş yavaş, onların söylediklerini hiç dinlemek istemedim ama galiba onlar hep doğruyu söyledi, şimdi onlara senden veya başkasından daha çok inanıyorum, o yüzden artık daha fazla hayatı sormuyorum, soruşturmuyorum. Kim benden ne duymak istiyorsa o anda onu söylüyorum çünkü o söylemeden ben ne söyleyeceğini biliyorum. Ben değiştim, her ne kadar farkedilmese de!!! Artık arkadaş olmayı başarabiliyorum, ne kadar dost olamasamda... Ve yalan atmaya alıştım, hayatımın bir parçası oldu, böyle daha iyiyim, herkes gerçekleri kaldıramıyor yada gerçekler bazen gerçek gelmiyor, yalan daha gerçek gelebiliyor... En kötü değişen şey de artık sevgili olmuyor benden, aşk kavramı o kadar uzak ki benim için, oysa ki ben aşık olmayı çok severdim, aşk için yaşardım. Artık kimseyi özlemiyorum, anları, zamanları ve isimleri özlüyorum sadece...

        “Boşanmış ailelerin çocukları hep mutsuz olurlar” demiş, birisinin annesi. Galiba bu bana söylendikten sonra yavaş yavaş değişmeye başladım, çünkü anlamaya başladım ben annem babam gibi olmayacağım, oysa ki baban sana daha 11-12 yaşındayken “bütün kadınlar orospudur” demiş, nerden anlayabilirdim ki daha önceden annemle babam gibi olmayacağımı... Yıprattım, çok yıprattım, korktum, korktukça yıprattım karşımdakini, şimdiyse korkularım yok, bitmesi gereken bitiyor, yıpratmadan... Kendime artık “biterse bitsin, nasılsa bir baba değilim” diyorum... Nasılsa bir gün bana aşık olmasada, beni sevmediğini düşünsede yaşadığı hayatın değerini bilecek, bana sahip çıkacak, ona sahip çıktığım için mutlu olacak birisi olacak hayatımda, o zaman baba da olurum...

        Kafam hala karışık, hala bir garibim, hala çözemediğim şeyler var, çözmeye çalışmıyorum artık ve çalışmadığım için çözülüyor. Düğüm olmuş bir ip gibi bu, çektikçe daha çok karışır ama televizyon izlerken elinde oyuncak gibi oynarsan bir iç güdüyle çözülür.

        Acelem yok. Ölmediysem hiç bir şey için geç kalmış sayılmam, çünkü özellikle birşeyi istemiyorum ama sen bişeyleri farkettiğinde istediğin şey için çok gecikmiş olacaksın, o zaman ağlama sadece kendine “ölmediysem hiç bir şey için geç kalmış sayılmam” de. Belki hayatın anlam kazanır o zaman...

        Artık içimdeki evde hiç bir eşyam yok, sadece bir yatak, hayalimdeki gibi, (ama bu sefer sen de yoksun, böylesi daha güzelmiş) yavaş yavaş kurucam düzeni ve belki ölürken herşey yerli yerinde olacak ama ölmeden bir gün önce bile olsa bana yeter çünkü daha fazlasını istemiyorum, sadece güzel biten bir hayatım olsun istiyorum. Artık yalnız ölmekten de korkmuyorum, elbet bir gün bulurlar beni ve gömerler, sonra zaten elbet bir köpek gelip işeyecektir o toprağa...

        Eski hayallerimin insanına, kendime ve hayatımda ki tek aşkıma, hiç bir zaman var olmayana, olmayacağa...

Pazar, Nisan 16, 2006

Pazarları

        Pazarları sevmiyorum, çok boş ve gereksizler... Kötü pazar, çirkin pazar, al sana pazar, edepsiz pazar, diline kırmızı biber süreyim senin pazar, popona nişadır süreyim senin pazar...

bi sigara yaksam

        Son yudumumu da aldım ve çayım bitti, oysa ki 1ay olmuştur çay yapmayalı. Kitap okumaya yeltendim yine bir yandan okuyor bir yandan da kitabımı yazıyordum, elimde ne kalem var ne kağıt. Sakindim olması gerektiği gibi sonuçta saat 3 buçuk olmuş ama ben hiç geç yatmam ki. Yatağımda yatarken ilerliyorum, yarı uykulu yarı uyanık, sakinim dedim ya! Onda var diye, dalgasını geçtiğim mor çarşaf var altımda, sanki bir top gibi duruyor, ben böyle rahatım. Yeni banyo yaptım oysa ki, dişlerimi uyuduktan sonra fırçalıycam, tırnaklarımı yine kesmedim, artık uzamıyorlar. Fırtına öncesi sessizlik var sanki içimde ama fırtına dineli daha çok olmadı, belki de tam ortasındayımdır fırtınanın, ben evdeyim beni sadece sesi rahatsız edebilir. Hayallerim var aklımda gerçekleştirmek istemediğim, çoktan planladım neyin nasıl olacağını, ama kalem kağıdım yok dedim ya!

Yabancı

        Sadece bir gece! Herşeyini paylaşıtığın konuştuğun bir insanın yabancı olma süreci, sadece bir gece, sadece bir kelime. Hayat bu kadar basit işte, ilişkiler. Bir gece bütün resimlerini yırtarsın ve artık gözünün önüne gelmez yüzünün görüntüsü, sadece bir kaç fotoğraftır belirli belirsiz aklında karman çorman bir şekilde kalan. Konuştuklarınız aklının bir ucundadır, ama onlar konuştuklarınız değildir, artık hatırlamak istediğin kelimeleri sen bir araya getirip bir cümle yapmışsındır. Beklersin ne beklediğini bilmeden, hatırlamak istersin, anımsamak belki sadece, ama yapamazsın aklında sadece hissi kalmıştır, en son gittiği şekilde, sadece üzüntü. Görmek istersin merak edersin, çünkü artık o bir yabancıdır, saçlarının yumuşaklığını hiç hissetmemiş, elinin sıcaklığını paylaşmamış, teninin kokusunu koklamamışsındır. Özlediğin tek şey ismidir, ismini söylersin kendine ve ardından iyi şeyleri hatırlatırsın, ama o sadece bir isimdir zihninde, iç sıkıntısının yerini alcak bir isimdir sadece.

        ...Ve artık sadece bir kaç kelimelik “merhaba” lar kalmıştır geriye...

Geçmişime

        Beni merak edenler, burnumun dibindekiler. Oysa ki uzaktakiler için yazıyorum. Uzaktakiler sadece geçmiş mi? Sadece geçmişimle mi bu kadar alakalıyım, geçmişimi her hafta defalarca Google search’de yazıp arıyorum, hiç biri şimdi bugün değiller mi? Oysa ki ben geçmişim bugünün de bir parçası olsun istedim hep, pişmanlıklarla... Aslında geçmişe hayırsızlık yapan, onu yok eden benim, değil mi? Sanki hiç yaşanmamış gibi davranan, yok olmasını isteyen, yok olması için çabalayan.

        Şimdiyi bugün, dün ve yarın olarak yaşayamaz mıyız? Neden hep sadece yarına bakmak zorundayız? Neden mutluluk, aydınlık anlamına gelmek zorunda? Ben pişmanlıklarımı sevemez miyim? Geçmişe dönmek ara sıra isteyemez miyim?

        Gidiyorum, devam ediyorum, aynı yerde değilim, geçmişimi seviyorum, onu anmayı, hatırlamayı, onun için ağlamayı; seviyorum böyle yaşamayı! Mutlu olmak zorunda hissetmiyorum kendimi, “neyin var?“ sorusunu seviyorum, iyi olduğun zaman kimse ”neden iyisin?“ demiyo. Ve mutsuz da olsa devam ediyorum, gelişiyorum yavaş olsa da, iyileşiyorum, büyüyorum...

        Ve şimdi yanımda olsun isterdim geçmişimin, geçmişimdeki güzelliklerin, saçmalıkların, geçmişime sarılıp ”seni seviyorum“ diye haykırıp, korku ve üzüntü haline dönüştüğünde ”merak etme büyüycem“ demek istiytorum. Ama geçmişimden koparmaya çalışıyorlar beni. Neden geçmişim olmadan ben bir hiçim... Geçmişimden beni koparmaya çalışan tek şey de kendisi! ”Neden sensiz olmalı hayat, neden geçmiş geçmiştir demek zorundayım, neden geçmiş ve gelecek bugünün içinde diyemiyorum? Artık eleştirme olur mu beni? Geçmişimle yani kendinle kabul et beni! Geleceği!“

Cumartesi, Nisan 15, 2006

Yaz Planı

        14 Haziranda Finaller bitiyor ve sonra...

        Okulun bitmesiyle beraber, babamlarla Meksika’ya uçucaz, orada kuzenim var, Turan. Orada bir hafta veya 10 gün kaldıktan sonra geri geliriz tahminen. Orada nerelere gidilir, ne yapılır hiç bilmem, o yüzden hiç bir şekilde plan yapamıyorum kafamda şimdiden. Gidicez Turan bizi bulacak dolaştıracak sonra da geri dönücez tahminen. Gerçi babamlar artık dolaşmanın uzmanı olduğundan pek sıkıntı çekmeyiz.        
        Tahminen ayın 25ine kadar geri dönmüş oluruz ve ben para ve vize sorunlarım için çalışmalara başlarım, Temmuzun başında kiramı ödedikten sonra belki bi Türkiye içinde dolanırım, Ankara, İstanbul vs. sonra da tren ile italya oradan Almanya’ya geçerim. Ayın 15inde Burak’la sözleştik, benim Munchen de olmam gerekiyor, onu da alıp İtalya’ya gidicez, Floransa, Venedik, Roma, çizmenin bütün heryerini ve hatta zamanımız ve paramız olursa sicilyayı bile gezicez. İtalya’ya giderken belki İsviçre’ye de uğrarız. Burak gelir mi sonrasına bilemiyorum ama ben Fransa’ya hatta zamanım ve param kalırsa İspanya’ya gitmek istiyorum. Sonra Ağustos başında veya ortasında nerede kaldıysam oradan uçakla memlekete dönerim.

        Yaz sonundaysa yine babamları ikna edebilirsem, Japonya’ya gitmek istiyorum. Onlarla beraber. Malum onlarsız benim gücüm yetmez Japonya’ya maddi açıdan.

        Bunların hiç birini kesin bir plana sokmaya çalışmıyorum çünkü bir akışa bırakmak istiyorum bu yolculuğu. Hiç birisi olmak zorunda değil. Tek belirli olan iki tarih var okulun bitişi ve Burak’la 15Temmuz’da buluşmamız. Gerisi tamamen doğaçlama olacak... bakalım ne kadarını gerçekleştirebilicem...

Cuma, Nisan 14, 2006

uykusuz bi cuma daha

        Her cuma gibi proje teslim zamanıydı, gerçi uzattılar teslim süresini uyuz ettiler beni, sonuçta gece boyunca uyumadım bugüne bitiricem diye... Şimdi bir rehavet var üstüme çökmüş ve uykum var ama uyumak da istemiyorum pek, zamanı doldurmak, hatta İtalyanca çalışmak istiyorum ama biliyorum sadece uyuycam... Bir boşluk oluşuyor içimde her cuma... Neyse tatlı bir uyku her şeyi güzelleştirebilir belki...

Huzurun özlemi

        Ayın 24ünde okul bizi İstanbul’a götürüyor. İstanbul diyince aklıma her zaman ki gibi Aslı geliyor. Fındıklı’dan Ataköy’e gidişlerim, Ataköy’den Aslı’yı aldığım ve beraber Taksim’e gittiğimiz günler, boş boş dolaştığımız günler, ne yapacağımızı bilmeden, gülümseyerek.

        Bir keresinde onu evinden almıştım, Taksim’e giderken, ilk defa hayallerimi ona anlatmıştım ve hayallerimde ki tek eksiğin o yanımda ki insan olduğunu söylemiştim, o da seve seve o insan olabileceğini söylemişti, sonra Rosey-Love başladı ve beraber söyleyerek devam etmiştik yolumuza. Keyfim inanılmaz yerindeydi.

        Çok kötü zamanlardan sonra Ankara’ya gitmiştim biraz hava değişikliği olsun sömestre tatilinde diye. Dilimi ve kaşımı deldirmiştim, lise arkadaşlarım yanımdaydı, Sertaç, Onur vs. keyfim yerine gelmeye başlamıştı, bi de en büyük etken kuzen Zeynep ve onun etrafa saçtığı pozitif enerjiydi. Sonra berabercene İstanbul’a gitmiştik. Geceleri dışarılarda sürtüyorduk, hayal kahvesi, kemancı, alman birahanesi... Her yere gidiyorduk kafamızın estiği. Dilim deldirdim diye Zen’e süpriz yapmak istedim ve onu aradım. Ertesi gün onunla buluştuk, yanında sevgilisi Kenan ve Aslı , galiba ilk tanışmamızdı adam akıllı, Aslı ile. İki üç gün boyunca beraberdik, çok keyifli günlerdi, hakikaten kendimi kendim gibi hissettiğim günlerdi ve tamamen mutlu olduğum.

        Pazartesi Zen’in Eskişehir’e geri dönmesi gerekiyordu, neden hatırlamıyorum, beraber dönecektik, pazar akşamı öyle bir sarıldık ki birbirimize, asla dönmek istemedim Eskişehir’e veya her nereye ise, İstanbul’da kalmak istiyordum, hatta sarılmamız bitmesin istiyordum.

        Perşembe 14şubat’tı ve ben ne yapıp edip geri döndüm İstanbul’a ama 14ünde buluşamadık, 15inde işte malum hikaye, evinden aldım, yolda Love çaldı, beraber Bronx’a gittik, orada... Sanki sadece biz vardık başka kimse yoktu....

        Bir hafta sonu o Eskişehir’e gelmişti, ilk beraber kalışımızdı, Cumartesi uyandığımda o hala uyuyordu, hafiften yanağına bir öpücük kondurdum, gittim yüzümü yıkadım, puzzle vardı yarım bir şekilde onun başına oturdum, uyandırmak istemedim onu. Sonra yanıma geldi sessizce kucağıma oturdu ve 2-3 saat hiç konuşmadan puzzle yaptık. Galiba hayatımın en mutlu 2-3 saatiydi. Ondan sonra başka birisine aşık oldum, inişli çıkışlı bir sürü şey yaşadım, hayatımı doyasıya yaşadım, bazen de hiç birşey yapmadım ve bomboş vakitler geçirdim, farklı insanlar farklı yerler, bir çok şey iyisiyle kötüsüyle ama ne zaman huzur desem, ne zaman sakinlik ve sevgiyi, yalnız olmadığım düşüncesini hissetmek istesem, aklıma o 2-3 saatlik zaman gelir.

        Hayattan beklentim çok fazla değil, evet biliyorum istediğim bir çok şey var, yapmak istediğim, olmasını istediğim ama sonuçta ulaşmak istediğim nokta çok basit bir nokta, hani Anadolu Hayat reklamında dediği gibi, “evdeki huzur, zenginlik budur” işte benim için en önemli şey o ve bunu ne zaman istediğimi söylesem kendime tasvirim bu yazıda kigibi oluyor; Aslı ile geçirilmiş o 2-3saat. Biliyorum şimdi her şey çok daha farklı, Aslı’yı özlüyorum ama artık onun, o Aslı olmadığını, benim o zaman ki ben olmadığımı çok iyi biliyorum, ama geçmişe dair anılarımdan farklı bir özelliği var bu anımın, karşımda ki Aslı olsada Aslı olmasa da ben o an hissettiğim şeyi hissederek yaşlanmak istiyorum, yani geçmişimde ki bu anı bir tasvir, bir hikayeden çok...

Gizli Özne

Sürekli dönüp dönüp onun yazdıklarını okuyorum. Facebook'ta onun resimlerine bakıp duruyorum, beraber yazışmalarımızı yeniden yeniden...