Bir teklifte bulundu kalkmadan bir yarım saat önce, Hırvatistan’a gidelim diye, ben de zaten açığım böyle tekliflere, beni tanıyan bilir. Şöyle bir on saniye kadar durdum düşündüm, okulda önemli bişey var mıydı? diye, ya da ingilizce dersinden kalır mıyım diye ve “olur” dedim. Tamam o zaman “çarşamba veya perşembe yola çıkıcam ben“ dedi, ”sende hallet işlerini zaten vize de istemiyorlar, beraber gider hafta sonu için kalır sonra döneriz pazar akşamı gibi.“ dedi ve biraz daha muhabbet edip evlere dağıldık. Neden bilmiyorum ama kimseye söylemek istemedim. Eve geldim sonra Didem’le internette konuştum, sanat tarihi notlarını sordum, ekstra bişey var mı diye, o da Melis’ten alabileceğimi söyledi. Ben de onu aradım, evinin oraya gittim onu aldım, bize geldik ben printer ile fotokopisini çektim, o biraz oturdu internete girdi, sonra onu geri evine bıraktım, Israr ettim kalsın biraz oturalım kahve içelim diye ama oturmadı, çizim ödevlerini yetiştirmesi gerekiyormuş. Pek fazla diyaloğa girememiştik o güne kadar, gideceğimden bahsetmek istedim ama işte söylediğim gibi diyalog eksiğimiz vardı, sadece gösteriş yapmak istiyormuşum gibi olabilirdi. Ertesi gün Sanat tarihi sınavım vardı, soruları bilyodum en azından tahmin ediyordum, kopyalarımı hazırladım (normalde kopya insanı değilimdir ama sanat tarihinde bu dönem pek bi şansımız olmadı.) Ertesi güne hazırlandıktan sonra uzandım yatağıma...
Pazartesi babam aradı beni ve biletlerin hazır olduğunu söyledi perşembe sabahı çıkıyormuşuz yola. Hafif gizli konuştum telefonda, yanımda insanlar vardı, onların merak etmesini istemedim, telefonu kapattım yavaşça yanımdakilerin yüzlerine baktım, sadece kolaçan etmek için, sonra muhabbetimize kaldığımız yerden devam ettik. Sanat tarihi sınavından yeni çıkmıştık, güzel geçmişti hazırlandığım soruları sırasıyla cevaplandırdım, teknoloji ve küçük fontlar sağolsunlar. Sınav ile ilgili filan konuşuluyordu masada ama benim aklımda gezi planları vardı, ne zaman çıksam evden, Berkem’e sölemek istemedim, işin gizemli bir kısmı olsun mu istedim, bu yazıyı sayfaya koyana kadar kimse bilmesin mi istedim, yoksa açıklama yapmak zoruma gittiği için mi söylemedim ona emin olamıyorum ama sölemek istemedim işte gizli kalsın istedim ve kafamda bir sürü plan yaptım kendimce. Sonra eve geldik berabercene Meriç, Nehir, Mesut, Efe de geldi bizimle ve kafamı kazıdılar, eğlendiler bende rahatladım kendimce, sonrası yine işkenceydi çünkü ne elektrikler vardı ne de sıcak su... Akşam gezi olayı aklıma yine geldi çamaşırları yıkamam gerektiğini hatırladım, bir çift çorabım bile kalmamıştı sonuçta... Aklımda bunlar varken bir alışkanlık şeklinde bilgisayarımı açtım, online kim ona baktım, Melis online dı ve konuşmak istiyordum onunla, sürekli öyle bir isteğim var zaten, bi türlü konuşmayı, diyaloğa girmeyi beceremedim, enteresan bir insan. Bu sefer biraz olsun konuşabildik, sonra Forum’a yazı yazıyım derken zaten saat 9 oldu ve birden aydım durumu ve koşturarak çamaşırları koydum makinaya... Sonra saat 10gibi uyumuşum zaten ve saat gecenin 3ünde uyandım, makinanın işi bitmişti, çamaşırları astım. Yeni yıkanmış çamaşır kokusu gibi yoktur ama biraz burnum tıkalıydı... Sonra uyumak istemedim, sürekli saat 4gibi kalksam hatta ne güzel olur diye düşündüm. Çünkü benim en verimsiz zamanlarım akşam saat 8sonrası ve sadece sıkılıyorum, oysa ki güneş doğarken uyanık olmak insana güzel bir duygu veriyor ve güne o güzel duyguyla başlamış oluyorsun. Sürekli bu saatte kalksam aslında bir fırın keşfeder, her sabah saat 6buçukta filan gider ekmeğimi alırım, tabi ilk önce bir fırın bulmam lazım.
Sonra uyudum saat sabahın dokuzuydu galiba! manyak mıyım neyim, akşam saat 10da uyu sonra gece 3 te kalk, otur 6saat sonra sabahın 9unda yine uyu. E! Tabi ondan sonra öğlen saat 2de uyanırsın, İtalyanca’ya gidemez, stüdyoya geç kalırsın. Uyandığımda bir proje fikri ile uyanmıştım! Garip ama sanki rüyamda gördüm. Gittim okula bi çizim yaptım, Andrew beğendi, fena değil filan dedi! işçilik de batırmam inşallah. Dışarıda biraz vakit geçirdim dersten çıktıktan sonra, ardından eve geldim, dünden ve sabahtan astığım çamaşırları ütüledim, tabii ki ondan önce Didem’le internette muhabbet ettik biraz. Çarşamba’ya bütün işler birikti, cumartesi de quiz varmış! yarın Aysim hoca ile de görüşmem gerekecek. Ütüden geri kalan zamanı forumla ve messenger ile geçirdim. Ve sonunda yarın gidiyorum, düşünecek yazı yazacak bol bol zamanım olacak ne küsel ☺
Çarşamba günü çok yoğun bir gün oldu, sürekli bi yerlere gittim, kırtasiye alışverişi yaptım, okula gittim geri geldim, fimodan prototip yaptım filan yoğundu işte. Eve geldim, eşyalarımı hazırladım sakince ve her gün yaptığım gibi yatağıma yattım aldım bilgisayarımı kucağıma sanki hiç bi yere gitmiyormuşum gibi rutinlerimi yerine getirdim. O sırada Berkem’ e söyleyiverdim birden sonra da, blog’a yazdım gidişimi... Dışarıda masada oturmuş iki ayrı bilgisayarda alakasız bi şekilde takılıyorduk. Adam dalga geçiyorum zannetti zaten ilk başta sonra gerçek olduğunu farketti. Evden çıkarken de küfretmeye başladı.
Yol garip başladı. Saat 23:50’de Balçova’da Pamukkale yazıhanesinin önünden servis kalkacaktı ben bi 5-10 dakika erken gittim, servisi beklerken bir tane körler için çubuktan taşıyan bir adam yolun ortasına oturdu, çubuktan kör olduğu anlaşılıyordu yani ama emin olamadım bi türlü; oradaki insanlar adamı zar zor kaldırdılar, sonra adam bizim beklediğimiz yere kadar gitti ve yine yolun ortasında ayakta dikilmeye başladı, işin garibi hiç bir arabada durmadı, hepsi bir şekilde geçecek bir yer buldu ve geçti. Yine oradaki insanlar adamı zorla kaldırıma çıkardılar, adam başladı titremeye sonra kaldırıma öylecene yatıverdi, daha sonra kalkıp kafasına vurmaya başladı sürekli, kimse ne bir ambulans çağırdı ne bir polis, kendileri üstesinden gelmek istedi anlaşılan. Ben içimden servisin bir an önce gelmesi için dua ettim resmen, orada olan delirmelere ve intihar girişimlerine tanık olmak istemedim ve yapabilecek birşeyimin olmaması beni çok huzursuz etti. Ardından servis geldi zaten, serviste bir kadın, kucağında bir kedi, kutusunda, sürekli ”yauuw” diyip durdu. E! normal hayvan alışkın değil yolculuklara demek ki ve sinir stres olmuş durumda. Bana garip gelen kadının kendini sürekli rezil rüsva hissetmesi, sürekli kediyi susturmak için kediyle konuşma çabaları! Sonuçta kedi susmayacak bunu ben bile farketmiş durumdayım ama kadın hiç vazgeçmedi çabalamaktan ve o utangaç gözlerle etrafa bakmaktan. Kediyse yol boyunca kadın ne yaparsa yapsın susmadı. Ve garaja geldiğimizde davullar zurnalarla karşıladılar bizi!!! Asker uğurluyorlardı yine. Her zaman garip gelmiştir zaten bu askere davullu zurnalı gönderme işi. 100lerce insan hepsi sarhoş, bağırıp duruyorlardı, 5yolcu 250insan uğurluyor, otobüsün etrafı tıklım tıklımdı, ulaşmak baya bi uzun sürdü, çok da çabalamadım gerçi... Yarım saat boyunca aynen devam ettiler sonra otobüs kalktı ardından bi beş dakika daha otobüsün yolunu kestiler ve orada bağırmaya devam ettiler. Ben zannettim ki buraya kadarmış! sabaha kadar buradayız anlaşılan! 100metrede bir beş dakika mola vericez galiba. Neyse şöför biraz edepsiz çıktı otobüsü kalabalığın içine sürdü bir süre sonra... Helal olsun dedim ben de haliyle... Sonunda yola çıkmıştık, otobüs az tekme yumruk yemedi gerçi...
Yola çıkar çıkmaz aklıma bir sürü fikir gelmeye başladı, zangır zungur gitmesine rağmen aldım elime sketch book u ve kalemi bişeyler çizmeye çalışıyım dedim ve işin enteresanı uzun zamandır çizmediğim kadar iyi sketchler çıktı, garip bir şekilde kendimi geliştirmişim anlaşılan. Perspektif teknikleri işe yarıyor ☺ Bunu farkedince gaza geldim saçma da olsa aklıma ne gelirse çizdim ve farkettim ki çizime başlama amacıma ulaşmışım, aklımdan geçen binbir türlü şeyi kalem kağıda dökmek ve ben bunu otobüste bile gerçekleştirmiştim...
Çizimlerim filan bitince koydum kafayı başladım uyumaya, sadece iki üç kere uyandım yanlış hatırlamıyorsam, yandaki çoçuğun üstüne devrilmiş olabilirim, çünkü bir keresinde onun tarafından uyandırıldım galiba... Neyse hızlı bir şekilde bitti yolculuğum ve ardından aldım bavulumu yavaş yavaş geldim eve kadar. Şimdi kimseye seslenmeden daha oturup bu yazıları yazıyorum, içeriden sesler geliyor, uyanıklar belli ki ama ben yazı yazmak istedim haliyle ve ses etmedim, onlar çıkacağı zaman açarlar kapıyı, zaten bugünlerde şaşırtma olaylarını pek bi sever oldum.
Bir kahvaltı yaptık, sonra yavaştan havalimanına ve oradan uçağa! Eskisinden daha da panik oldum, 50dakikalık uçuş bile cehennem gibi geldi, istanbul’a indiğimizde, hatta uçağın lastikleri yere dendiğinde rahatladım, yeniden hayata döndüm. Bir de ardından halledilmesi gereken bir sigara krizi vardı! Biraz zor da olsa babamların yanından ayrıldım bir kafeye oturdum, bir sigara yaktım ve yeniden döndüğümü hissettim dünyaya ☺ Bora gecikti onu bekledim sonra saat 14:00da Zegreb uçağındaydık. Yine panik, yine dünyadan kopuk bişekilde. Bizimle beraber, İran’lı sporcu grubu vardı, bi tanesi de bizim sırada oturuyordu. Bora uzun uzun muhabbet etti çocukla, biraz türkçesi vardı. Bu sefer iniş daha zor oldu, zangır zangır titredi alet, ben de haliyle öldüm öldüm dirildim! Uçaktan korkmamayı başaramıyorum nedense! Yine lastiklerin yere inmesiyle kendime geldim, hayata döndüm, bir saat elli dakikadan sonra.
Havalimanı biraz küçük geldi bize, yani sanki çok küçük bir şehire gelmişiz gibiydi, Bodrum havalimanından pek de büyük değildi. İndik ve hemen pasaport çıkıştaydık, orada sorun çıkardılar bize, hani vizesiz alıyorlardı ya Türkleri, biraz hikaye oldu, saç kesimimizden midir nedendir bilmiyorum ama girişteki adam fazlasıyla uyuz bir adamdı, bişeyler söylüyor mırıl mırıl, sonra “ok” diyor ama pasaportu geri vermiyordu, tam bir başbelasıydı ve manyak!... Bi şekilde geçtik, bavullarımızı aldık ve gidecek şekil bakmaya başladık. Hosteslerden birisi, bize yardım edeceğini söyledi ama pek bi yardımını beklemeden (gerçi bekledik de biraz sakin yapılı bir insandı) onlardan ayrılıp bir taksiye atladık, olmayan Hırvatçamızla.
Otel güzel bir oteldi “Palace Otel“ Eski bir binası var, içide eski bir iç mimariye sahip. Otele gelir gelmez 10 dakika soluklandık ve hemen yemek yiyecek bir yerler bakmaya çıktık. Babamlar deneyimli tabii, hemen ilk işleri bir turist information bulmaları oldu. Turistler için olan bedava bir harita ve üzerinde neler yapılacağının bilgisini içeren işaretler. Orada ki adam bir sokak söyledi yemek mekanlarını olacağı ve özellikle Galeri restaurant diye bir yer önerdi, biz de direkt oraya gittik. Boş bir mekandı ama yemekleri gerçekten harikaydı, neredeyse herşeyden istedik ve tıkabasa yedik, hatta kalanı da paket yaptık ve otele getirdik. Ve oradan hafif dolaşarak geri otele geldik saat 19:00 civarıydı, bir saate yakın oturmuşuzdur ama ondan sonrası kopuk, uyandığımızda saat sabahın 8:00iydi.
-----------------------------------
Bugün Cumartesi, bunları yazarken veya okurken acayip sıkılıyorum. Ne yazasımvar ne anlatasım, ama kısa bir özet geçiyim istedim...
-----------------------------------
Cuma günü kahvaltıda abimin arkadaşlarıyla karşılaştık, Boşnak bir çocukla, Sırp eşi ve ikisinin kızı, bir kaç kişi daha vardı ama onlarla ne kadar alakalıydı Bora onu kestiremedim. Kahvaltının sonlarına doğru gelin ve damat da ortaya çıktılar. Hep beraber bir kafeye gittik, şarap içtik sonra biraz dolaştık resim çektik geri otele döndük. Saat 7 gibi otelden çıktık, bütün damat ve gelin ekürisiyle yemeğe gittik. Türkiye’de ki mangal lokantalarının biraz lüksüydü. Tıka basa yemek yedik, içkimizi içtik, ortak dil ingilizce olmak üzere muhabbet ettik ve geri otele döndük. Otelde birisinin odasında (kral dairesi şeklinde) muhabbet devam etti 1-2saat kadar. Onların odası biraz ev gibiydi, hatta salon kısmında piano bile vardı, bizim 5 oda yanımız. Muhabbet sonu biz odamıza çekildik abimle ve ben zaten biraz yazı yazdım ve sızdım.
Ertesi gün yani cumartesi günü saat 9:30 gibi uyandık, babam uyandırdı, abime bişey verdi. Ardından bi koşu aşşağıya kahvaltıya indik, benim amacım daha çok kahveydi tabi. Ve saat 12 civarı düğünün yapılacağı mekandaydık. Açık alan tahminen bir müzenin bahçesiydi. Düğün için yeniden düzenlenmişti. Uzun bir süre kokteyl havasında millet ayakta takıldı sonra masalara oturdular. Bana yer kalmadı gibi bişey oldu ve nedense sevindim çünkü kaçasım vardı. Biraz fotoğraf çektim ardından, fotoğraf makinesinin hafızasını aktarıp bilgisayara geliyim şeklinde otele geri döndüm. Biraz oyalandım gelirken ve odada sonra farkettim ki fazla oyalanmışım abim geldi neree kaldın diyerekten. Beraber geri döndük düğün alanına. Bişeyler atıştırdım, yine bişeyler içtim alkol olarak, zaten bi sene boyunca içtiğimden fazla alkol aldım geldiğimden beri. Düğünün bitmesine yakın da Bora ile beraber insanlara bir iki armağan alalım diyerekten dolaşmaya çıktık ama cumartesi günleri saat 15:00 itibari ile her yer kapanıyormuş bizde açık bulduğumuz iki dükkandan sabun filan aldık, başka da pek bi şansımız olmadı. Sonra da biraz dolaşıp bir iki kahve içip çiçek meydanında bir kafede oturup, otele geri döndük. Hala odada bilgisayarla bişeyler yapmaktayım, hiç canım çıkmak filan istemiyor. Hatta biran önce yarın olsa da gitsek diyorum içimden.
Yarın tahminen saat 16:00 civarı uçağa binmiş olucaz. Türkiye saatiyle de saat 19:00 da İstanbul’da olucaz, Uçakla bodrum’a gitmek yerine ben otobüsle İzmir’e geçmek istiyorum. ...... Bu kadar işte..... Gittim geldim.....