Çarşamba, Mayıs 31, 2006

Evleniyor

        Evleniyor, mail atmış, yaşadığımız günlerin ardından onunla ne büyük bir aşk yaşadığını anlatmış. Gerçekten evleniyor ve buna istekli. Kalbim gümbür gümbür, cevap mail atmak istiyorum ama elim yazmak istiyor sanki ama beynimde hiç birşey yok, defalarca deniyorum bişeyleri, güzel olmadığından göndermiyorum, yazamıyorum bir türlü, parmaklarım birbirine karışıyor. Hemen yazmak istiyorum, biran önce sanki şimdi “ evet” diyecekmiş gibi ve ben bağırmak istiyorum “HAYIIIIIIR” diye. Mail yazmak istiyorum ama beceremiyorum resmen sanki yeni doğmuş gibiyim, sadece tuşlara anlamsızca basıyorum, bir kelime bile oluşturamıyorum, ne yazacağımı bilmediğimden, nasıl vazgeçireceğimibilemediğimden, sadece 100binlerce kez “Mezun olmamı bekle, lütfen!” yazmak istiyorum alt alta, ama yüzbinlerce kez, oysa ki daha “send to:“ yazamamışım. Nerde bu send to bölmesi, neden ben yazmak zorundayım ”Send to“ diye...

        Ve uyanıyorum, gerçek olma ihtimailni düşünüyorum, aklımdan kelimeler geçiyor, sadece kalkıp yazmak istiyorum bu kabusumu.... ”lütfen yapma böyle birşey, mezun olmamı bekle, lütfen, yalvarırım!“

Pazartesi, Mayıs 29, 2006

Some Photos from Croatia
























Photographs by Bora & Özgür Ulutaş, but registered by Bora Ulutaş. Don't use... :)

Pazar, Mayıs 28, 2006

Neden?

Bach suite 5

        Hayatta herşeyin bir nedeni vardır. Bu neden insanı tatmin eder veya etmez ama bir neden hep vardır. Ölümlerin, ayrılıkların, mutlulukların ve hatta tesadüflerin. Ama hayat sorgulamaya gelmez, sadece bir nedeni olduğunu bilmelisin herşeyin, onun ne olduğunu keşfetmek gereksiz ve anlamsızdır. Bir şeyin nedenini keşfetmek hayatın onun üzerine kurulması demektir ve bazen ölene kadar onun tatmin edici nedenini bulamayabilirsin çünkü bazen neden ler insanları tatmin etmez. Hayat araştırmakla vs geçer durur, hiç bir anı tam olarak yaşayamazsın, bazı şeyleri o yüzden olduğu gibi kabul etmen gerekir.

        Şu anda otobüsteyim, İzmir’e geri dönüyorum, Boss şirketinin otobüsşerinden birinde, feribottayız. En son bu sıralarda, buradan uzak görünse de tam kalbimin ortasında kötü olaylar yaşamıştım. Şimdi bunun anının da üstesinden gelme vakti ama ben hiç üstesinden gelebilecek bir durumda değilim.

        Gerçi bir yol keşfettim galiba herşeyin üstünden gelmemi sağlayacak, kendim olmak ve hayattan korkmamak. Arka sıraların birinde benden biraz küçük bir kız oturuyor. Geldiği andan itibaren gidip konuşasım var ama yanlış anlaşılsın da istemiyorum. Artık çok fazla diyalog ihtiyacım var yani o kadar yalnızlıktan sonra... Şimdi her gördüğüm insanla muhabbet etmek istiyorum. Aslında her gördüğümle değil sadece 1-2sn içinde sınıflandırdığım insanlarla. Gidip konuşamadım ve tahminen gidip konuşmayacağım ama yine de bunu istediğimin bilincinde olmak güzel bir duygu yani konuşmaya ihtiyacım olduğunu düşünmek ve konuştuğum zaman anlatacağım şeylerin olduğunu bilmek güzel bir düşünce. İnsanı dolu hissettiren bir düşünce.

        İzmir’e geri dönüyorum, sorumluluklarım ve derslerim var orada ama keyfim yerinde çünkü orada az da olsa dolu, işe yarar hissediyorum zaten bu değil miydi istediğim ama şikayetçi olduğum bu istediğimin gerçekleştiğini onun görememesi veya bunu yani bu mutluluğumu yaşayamaması.

        Uçakta bir hostes vardı adı Tuğba! Annesiyle gezmekteydi yani o anda hostes değildi, izindeydi. Belki yazmışımdır daha önce Hırvatistan havalimanında indiğimizde tanıştığımız anne kız. Biraz edepsizlikleri var veya öyle demiyim de biraz rahat oldukları doğru ama yine de muhabbet etmek istedim bizimkiler ne kadar rahatsız olsa da. Hatta İzmir’e geliyormuş ara sıra o zaman gelsin arasın dolaştırıyım istedim onu, ama ne biliyim bizimkiler sevmeyince ve onların önünde numaramı filan verirsem bizimkilerin diline düşerim diye düşündüm ve numaramı vermedim belki de ne olursa olsun vermeliydim. Yani ne kadar rahat bir hatun olsa da farklı hayatlara sahip farklı insanlar tanımak istiyorum, insan tanıdıkça hayat güzelleşiyor.

        Normalde insanların söyledikleri gibi insan önemsemediği insanın ismini unutuyormuş, yani sonuçta artık isim hafızam iyileşmeye başladı çünkü insanları önemsemeye başladım diye düşünüyorum. Gerçi emin değilim bu düşünceden çünkü belki de isimleri hatırlayamadığımı bildiğimden, hatırlamak için çok kasmışımdır ve o yüzden hatırlıyorumdur isimleri yeni tanıştığım insanların.

Brooklyn Funk Essentials - Bye bye

        Her ne kadar Hırvatistan’da pek bişey görmemiş olsamda veya sıkılmış olsam da, onun yokluğunu fazlasıyla hissetmiş olsamda, kendimi yolculuklara başlamış hissediyorum. İzmir’de yapacaklarım var, sanki o yüzden gidiyorum, gerçi sankisi biraz fazla. Gidicem bu sene okul olayını kapatıcam ve ardından başlayacak yolculuk. Ne kadar uçaktan korksamda, dayanıcam ve Meksika yolculuğumu tamamlıycam ardından uçmadan, rayların üzerinde bir ay boyunca dolaşıcam. Okulun bitmesine az kaldı. İtalya’ya cidden hala çok gitmek istiyorum ve gerçekten tek nedeni dil! Yani İtalyanca öğrenmek istiyorum ve yabancı bir ülke de kendimi yabancı hissetmemek ama yabancı ülkede olduğumu bilmek istiyorum. Yalnız dolaşmak daha keyifli olacak kesinlikle. Hırvatistan gezisinde çok eğlenemememin nedeni tahminen orayı keşfetme şansımın olmamasıydı. Yani her şekilde ertesi gün nereye gideceğimiz gösteriliyordu ve işin açıkçası biraz özenti bir kentti, yani daha gelişimini tamamlamamış.

        Hakikaten iyiyim, keyfim yerinde vs. Kendimi bulmaya başladım galiba biraz geç olsada. Doğru bölümdeyim onu da her gün yeniden farkediyorum. Belki çoook iyi bir tasarımcı olmayacağım ama hep “Tasarımcı” olmak beni gülümsetecek. Orada da insanlar sorduğunda ne ile uğraşıyorsun diye, “industrial design stundent” demek hoşuma gitti, hem de çok, ne zaman sorulsa hoşuma gidiyor zaten.

Dandy Warhols - We used to be friends

        Son zamanlarda pek bi pişmanlık duyacağım şeyler yapmıyorum. Belki de eskiden yaptığım şeylerin pişmanlığı arasında şimdikiler farkedilmiyordur ama her ne olursa olsun sanki çok sağlam adımlarla gidiyormuşum gibi geliyor. Çoğu insanın dediği gibi “ölmediysen, hiç bir şey için geç değildir.”.... Sabretmeyi öğreniyorum galiba. İstediğim şeyin ya da hayal ettiğim şeyin bir gün gerçekleşeceğini biliyorum ve sadece onun için hazırlıklarımı yapıyorum. Bazen kaybediyorum buna inancımı saçma düşünceler içine giriyorum ama genelde artık biliyorum.

Andru Donalds - Mishale

        Enteresan bişey söliyim, isterseniz deli diyin bana... Artık etrafımda ki insanları çok az takıyorum. Yani bunu söyleyen ve yapan insanlar gibi saygısızca değil, sadece utanmamaya, çekinmemeye başladım galiba. Yolda kulaklığımı takmış bir şeyler dinlerken farkettim ki kafam müzikle beraber oynuyor ve hatta ellerim ve kollarımla kafamla dans ediyorum. Benim yaşlarımda tipler de var oysaki, yanyana oturan arkadaşların ne söylediğini de biliyorum yaklaşık olarak ama takmıyorum, silik bir tip olmaktan çok sıkıldım belki de, gerçi bu bişeyi değiştirmiyor onu da biliyorum ama keyifli bir şekilde kendim istediğim gibi davranıyorum kimsenin ne konuştuğu ve ne düşündüğü umrumda değil, sadece insanları rahatsız ediyor muyum etmiyor muyum o önemli artık. Dans ettiğimi farkettiğimde sadece yeni figürler ekliyorum dansıma... eskiden Laptop’u açmak yolda görgüsüzlük gibi gelirdi, şimdiyse sokağı ortasında yürürken bile açıp bir elimde tepsi gibi tutup bir elimle kullanarak devam ediyorum yoluma. Tabii ki sadece gösteriş olsun diye yapmıyorum, gerektiği zaman sadece... Değişiyorum hem de çok feci değişiyorum. Hadi hayırlısı

Mor ve Ötesi - Cambaz

        Konuşmak ve yazmak, yani insanlara kendini anlatmak ve insanları anlamaya çalışarak (kafa aldığınca) dinlemek. Eskiden, Eskişehir’de okulun son senelerinde kendime “galiba yaşlandım, insanlar bana bişey anlatırken, aklım gidiyor, karşımdakini adam akıllı dinleyemiyorum” diyordum ve bunu yaşa bağlıyordum, hatta kendim için üsülüyordum, daha bu yaştan bunadım diye ama olay dinlememekten kaynaklanıyormuş, yani alışkanlığını yitirmekten dolayı insanları algılayamıyormuşum, bi de sürekli suskun olduğumdan söylemek istediğim şeylerin birikmesi, karşı da ki bişey söylerken o birikimlerin ön plana çıkmaya çalışmasından. Artık defalarca anlatıyorum kafamda biriken o gerekli gereksiz şeyleri, gerek buraya gerekse arkadaşlarıma, beni dinleyen herkese. Eskiden gizemli olmak hoşuma gidiyormuş, şimdi herşeyi anlatmama rağmen daha gizemli olduğumu farkettim çünkü sadece olayları saklıyorum kendime düşüncelerimi değil. Bu arada yanlış anlamayım gizemli olmak gibi bir derdim yok sadece olup olmadığımı düşündüğüm zaman bu cevaplar karşıma çıkıyor.

Mor ve Ötesi - Bir derdim var

        Mor ve ötesi dinlediğimde aklıma hep ilk önce Gizem geliyor ve sonra da inşaata giderken ki hallerim, koyardım kaseti Doblonun o boktan müzik sistemine, kağıttan hoparlörlerin hışırtısıyla çıkmayan sesiyle dinlemeye çalışarak Gölköy’e giderdim ve bunu bir çok ay boyunca hergün 6-7 kere yapardım, sürekli git gel halindeydim...

        Yapmak istediğim çok fazla şey var. Mesela adam akıllı bir SLR alıp, adam akıllı fotoğraflar çekmeyi istiyorum. Hırvatistan’dayken Bora’nın makinesiyle bir kaç poz çekme fırsatım oldu, pek başarılı olduğumu söyleyemem ama bir şekilde öğretici oldu ve başarısız olmama rağmen güzel fotoğraflar çıktı meydana ve rahatladım, yani bir makine edinsem o zaman bişeyler çekebilirim. Gerçi hiç bir zaman abim gibi olamam bu konuda ama bişeyler yaptığını görmek güzel birşey insanın kendisinin ve zaten benim tek amacım (bütün insanoğlunun olması gerektiği gibi) bi işe yaramak, insanlara anlatacak birşeylerimin olması ne kadar mükemmel olmasa da yaptıklarımın. Geçen hafta Six Feet Under denen dizide bu ibne eleman ibneler korosunda şarkı söylüyordu ve ona ait bir solo vardı. Kendini çok fazla mükemmel olmak için kastığından dolayı çok abartı ve kötü bir ses çıkıyordu adamdan. Bir ibne arkadaşı ona mükemmel olmak için kasmamasını söyledi ve konserde çok daha başarılıydı... Yani buradan çıkaracağımız sonuç mükemmel olmaya çalışmak yerine bişeyler yapmak her zaman daha tatmin edici sonuçlar çıkartıyor. Ayrıca bir klavye almak istiyorum, bilgisayara bağlanan cinsinden, Garage Band’de müzikler yapmak istiyorum, bilgisayarı aldığım ilk günler de zaten Gülşah’ın verdiği bir görevdi bu, artık görevi yerine getirmenin zamanı geldi, şimdi sadece parasal şeyler çözüm bekliyor. Tamam, hemen yanlış anlayıp kızmayın, sonuçta Gülşah ne yapabileceğimi bilen ve ona göre beni çok iyi yönlendirebilen bir insandı, yani sonuçta onun verdiği görevlerin yerine getirilmesi onun için yapılan şeyler olarak görülmemekte benim tarafımdan, sadece kendim için yerine getirilmesi gereken şeyler olarak görülmekte efenim :p Nota okumayı öğrenmem gerekiyor aslında onu almadan önce oturup geceleri nota okumaya çalışsam hiç fena olmayacak çünkü bir müziği oturup çalmam için nota okumayı hızlı bir şekilde yapmam lazım yoksa Ankara’da örneğini yaşadığım gibi sadece ilk satırın notalarına basmak için bile 1saat harcarım ve yine böyle birşey beni her şekilde beni müzikten soğutur...

Pedro the Lion - Almost There

        Almost There denen bu şarkıyı ne zaman dinlesem ağlayasım gelir, hem de hışkıra hışkıra, adam şarkının arasında bir çığlık atıyor, daha doğrusu hani hüngür hüngür ağlarken “çekil git başımdan” diye bağırmakla çığlık arasında bir ses vardır ya o şekilde bir ses çıkıyor ve o sırada ben de hıçkıra hıçkıra ağlamak istiyorum, ama ağlayamıyorum!... Eve gidince yalnızken, evde Berkem filan yokken müzik setinin sesini sonuna kadar açıp saatlerce bu şarkıyı dinleyip hüngür hüngür ağlamak istiyorum. E tabii ki Berkem yokken olmalı çünkü ilk başta “manyak mısın olem sürekli aynı şarkıyı dinliyorsun” dicek sonra da “neyin var olem” diye panikliycek adam. Yani evet yalnızken yapmam lazım. Gerçi ağlıycam diyorum ama derdim de yok ki! yani vardır diye ağlayacağım ama kıvılcım ne olacak onu bilmiyorum...

        Üçüncü dinleyim şarkıyı ve delicesine sigara içmek istiyorum, şöle pöfür pöfür. Ne kadar süre daha mola vermeyecek bilmiyorum. Bu şarkıyı dinliyorum şimdiden üst üste ve dinledikçe daha çok sigara içesim geliyo yani resmen kendime işkence yapıyorum.

        Bu arada bu sitedeki yazıları okuyanların işi zor olacak bu sefer. Hırvatistan gezisi, İstanbul - İzmir yolculuğu filan derken manyak gibi yazmışım ve okuyanın “vay! haline” diyorum başka da bişey demiyorum. Ama cidden eğer okunabiliyorsa başından sonuna o zaman kendimi de okuyan kadar tebrik etmek istiyorum çünkü hakikaten profesyonelce yazılmamış şeylerin ne kadar zor okunduğunu bizzat ben bilirim, hatta profesyonel şekline bürünerek, ödül bile alarak yazılan kitapların nasıl zor okunduğunu da çok iyi biliyorum...

        Hırvatistan gezisiyle alakalı olarak bir özür de bulunmak istiyorum, aklımda bir sürü isim vardı, bişey almak istediğim ama kimseye bişey alamadım çünkü hakikaten özelliksiz bir kentti. Sadece iki kişiye bişeyler aldım. Sizi düşünmedim sanmayın, pek bi param yoktu ama çam sakızı çoban armağanı şeklinde bir sürü şey almak istedim ama alınacak bişey bulamadım, özür dilerim...

Goran Bregoviç - In The Death Car

        Arkadaşlık, şeytanlığa; şeytanlık, aşka; aşk, sevgiye dönüştü. Sevgi Ayrılık oldu bir an, ayrılık ise, baştakinden büyük bir aşk oldu zamanla. Sonra güzellik ve mutluluk takip etti onu ama bir süre sonra sorumluluk ve kadercilik onların yerini aldı, ardından egemenlik geldi. Egemenlik savaşı, intihara yol açtı ama sonra özleme dönüştü ve kısa bir sürede sevgisizliğe büründü. Sevgisizlik, kendine yol aramak yerine yok olmayı tercih etti, oysa ki gelecek vardı ki bu olabilecek en güzel aşka ve ardından ölümsüzlüğe dönüşecekti ama yalnızlığa dönüştü... Yalnızlık kendini güçlendirdi ve sınıf atladı, özgüven oldu, başarıya yol açtı... Şimdi bana düşen o yolu görmek, ondan gözümü ayırmamak olmalı, çünkü o yolda daha çok his ve olay var, yaşanması gereken...

        Arkadaşlarımı özledim, internette bile olsa sohbetleri, evimi, yatağımı. Bir an önce yüzümü yastığıma sürerek gerinmek istiyorum.

        Bu arada gider gitmez kartvizit bastırıcam. Dediğim gibi yolculuk başladı artık ve yolda insanlarla tanışırsam onlara bilgilerimi bırakmak istiyorum, özellikle bu sayfanın adresini....

        Neyse artık ben biraz kapatıyım şu bilgisayarı da uyumaya çalışıyım... İyi geceler hepinize

Cumartesi, Mayıs 27, 2006

Buraya gelmek

        Aslında buraya gelmem bir yerde hiç iyi bişey olmadı galiba. Çoklu nasyonel bir ortamdayım, amerikalısından tut japonuna kadar her nasyonaliteden insan var, sokaklar temiz kafeler avrupai ama herşey bişeylere benziyor, son nokta diyorsun kendince. Burada da, buradaki diğer ülkelerin insanlarında da depresyon ve ne yapacağını bilmezlik, hayatı nasıl güzelleştirelim diye kasmalar, hepsi var. Yani sadece bizim gibi bunu konu etmeselerde, alışmış görünselerde hayatın verdiği sıkıntı her ülke vatandaşı için aynı, sadece sıkılmış olan biz türkler değiliz ırk olarak, sıkılmış olan insanoğlu, ne yapacağını şaşmış. Farkettim ki resmen farklı birşeyler bulmak için kasıyoruz, yemekleri türklerden sadece restauranttan restauranta değiştiği kadar değişmiş, satılan şeyler aynı sadece farklı şekillerde. daha iyi veya kötü aslında özünde herşey aynı. Buraya gelmem belki de kötü oldu diyorum çünkü hiç yazın dolaşasım kalmadı, gidesim kalmadı, evime döniyim bi işe yarıyım az da olsa bişeyler yapıyım diye saat saymaya başladım resmen.

        Belki de sorun bendedir! Artık hiç bir şey zevk vermiyordur bana bilemiyorum. Yani her yer mi aynı yoksa, her yer yalnızken mi (onsuzken) aynı, onu kestiremiyorum. Biliyorum gitmem gerekiyor yine de heryere, kendimi tek başıma da olsam iyi hissedeceğim bir yer bulmalı, evime geri dönmeli ve bir daha “o“ yere gideceğim günün hayalini kurmalıyım ki hayat geçsin... Ya bulamazsam! Ya hep Blonay ve Sion o hayalimi kurduğum yer olursa, hiç bişeye sahip olmayan o yerlere geri dönmek istersem. Bunun nesi kötü diyorsunuz biliyorum ama oraları benim için ”o“ yer olmasını sağlayan şeyi en azından siz de benim kadar biliyorsunuz, yani o bir yerin değil bir geçmişin hayali, yani yeniden gidebileceğim bir yer değil oralar.

        Hayatımı hayat yapan bir insan olduğunu anlıyorum her gün. Uzaklaşmam gerekirkeni her gün bir adım daha yaklaşıyorum bu düşünceye, geçmişim her gün biraz daha rahatsız ediyor beni. Umarım geri döndüğümde ya da babamlarla Meksika’ya gittiğimde bişeyler farklı gelir, ya da bişeyler değişir içimde, yoksa bu sadece bağımlılık haline gelecek ve hayatım boyunca bu histen, o gölgeden kurtaramıycam kendimi. Keşke zamanında görevlerimi yapmış olsaydım, o zaman hiç birşeyden kurtulma çabası içinde olmazdım, o zaman sımsıkı sarardım...

Evlilik

        Bugün bir sürü ülkeden, bir sürü insan aynı anda aynı masada oturuyorduk, hırvat, amerikalı, sırp, kolombiyalı, boşnak, türk... Bir Amerikalı ile Hırvat kızın evlenmesi için aynı masadaydık, herkesin buluştuğu dil ingilizceydi, çoğu fransızca’da biliyordu... Karşımızda abim yaşlarında yani benden 2-3 yaş büyük bir çift oturyordu, evlilerdi ve bir çocukları vardı, yanımızda yine abimin yaşlarında bir çift vardı ve onların yanında da, ayrıca evlenenler de o yaştaydı. Hepsinin karısıyla veya müstakbel karısıyla en azından 3-4 senelik bir ilişkisi vardı. Bir ara yüzüklere baktılar, ya beyaz altındı ya da gümüştü bilemiyorum ama benim parmağımda ki gibiydi ve ister istemez kendi durumun gözümün önünden geçti. Bundan sonra çok zor artık dedim kendi kendime ve geçmişimle ilgili pişmanlılar duymaya başladım yine. Yani hayatımda ki en güzel fırsatı kaçırmıştım, hem de onlarla karşılaştırırsak daha özel bir fırsatı, ne evlenenler birbirlerine, ne de evliler birbirlerine o kadar tanıdık bakıyordu, benim o “geçmiş” ilişkimin daha sıcak ve daha tanıdık bakışlara sahip olduğunu farkettim ve neyi kaçırdığımı, neyi sonsuza dek kaybettiğimi yine farkettim. Biliyorum kendimi suçlamamalıyım ama suçluyorum, çünkü bana ve benim geçmişime dair çok fazla “şunu yapmış olsaydım...” veya “şu olsaydı...” ile başlayan cümle var. Mesela eğer Anadolu üniversitesinden mezun olmuş olsaydım o zaman şimdi belki evlenmiş bile olurduk! Nasıl bilmiyorum ama o zaman bir çaresini bulabilirdim, ne biliyim belki Eskişehir’de iş buşurdum kendime, sonuçta inşaat mühendisliği en ücra köşede bilr geçerliliği olan bir meslekti.

        Bazen kendime daha iyi oldu diyorum, yani ne biliyim buraya gelmem bile sorun olurdu veya onun okumak için bir yere gitmesi yine benim için problem olurdu. Mesela ben buraya gelirken kesinlikle “bensiz gitmeni istemiyorum“ derdi, ama kendi gidiyo olsa ”beni kısıtlama, bu benim hayatım“ derdi. Şimdi ise özgürlüğüm kendi elimde istediğim yere gidiyorum veya ona gittiği için kızmayıp, onu merak ederek zamanımın hepsini geçirmiyorum (tabii ki merak ediyorum). Ama herşey bir kenara, geri döndüğümde o kadar hissedicem ki onun yokluğunu! Yani buraya yazdığım şeyler veya anlattığım şeyler haricinde şeyleri kimse sormayacak, oysa ki o olsaydı en detaylı şekilde öğrenmek isterdi, yaşadıklarımla ilgilenirdi, onu küstürerek gitmiş olsam bile geri döndüğümde sarılarak karşılardı beni. Gerçi bazı kişilerin hakkını yememek lazım, ben izin verdiğim de bunu yapacak insanlar var, bir ya da iki kişi bile olsa varlar. Ama işte onu özel kılan buydu, benim onu merak ettiğim kadar beni merak etmesi ve benim anlattıklarımı dinlediği zaman gözünün önünde canlandırdığı şeyin ben olması, yani beni gerçekten o kadar iyi tanıması...

        Her neyse Özgür; kendine artık tek söylemen gereken -ki sürekli söylüyorum- ”geçti Bolu’nun pazarı sür eşşeğini Niğde’ye“ olması gerekiyor. Geçmiş olsun, bundan sonrası için bari o kadar olmayacağını bilesen de iyi bir şeyler yap, artı pişmanlık duyacağın şeyleri yapma göz göre göre...

        ”Sen elinden geleni yap, bırak tek derdin şanssızlık olsun.”

Çarşamba, Mayıs 24, 2006

Hırvatistan

         Bir teklifte bulundu kalkmadan bir yarım saat önce, Hırvatistan’a gidelim diye, ben de zaten açığım böyle tekliflere, beni tanıyan bilir. Şöyle bir on saniye kadar durdum düşündüm, okulda önemli bişey var mıydı? diye, ya da ingilizce dersinden kalır mıyım diye ve “olur” dedim. Tamam o zaman “çarşamba veya perşembe yola çıkıcam ben“ dedi, ”sende hallet işlerini zaten vize de istemiyorlar, beraber gider hafta sonu için kalır sonra döneriz pazar akşamı gibi.“ dedi ve biraz daha muhabbet edip evlere dağıldık. Neden bilmiyorum ama kimseye söylemek istemedim. Eve geldim sonra Didem’le internette konuştum, sanat tarihi notlarını sordum, ekstra bişey var mı diye, o da Melis’ten alabileceğimi söyledi. Ben de onu aradım, evinin oraya gittim onu aldım, bize geldik ben printer ile fotokopisini çektim, o biraz oturdu internete girdi, sonra onu geri evine bıraktım, Israr ettim kalsın biraz oturalım kahve içelim diye ama oturmadı, çizim ödevlerini yetiştirmesi gerekiyormuş. Pek fazla diyaloğa girememiştik o güne kadar, gideceğimden bahsetmek istedim ama işte söylediğim gibi diyalog eksiğimiz vardı, sadece gösteriş yapmak istiyormuşum gibi olabilirdi. Ertesi gün Sanat tarihi sınavım vardı, soruları bilyodum en azından tahmin ediyordum, kopyalarımı hazırladım (normalde kopya insanı değilimdir ama sanat tarihinde bu dönem pek bi şansımız olmadı.) Ertesi güne hazırlandıktan sonra uzandım yatağıma...

        Pazartesi babam aradı beni ve biletlerin hazır olduğunu söyledi perşembe sabahı çıkıyormuşuz yola. Hafif gizli konuştum telefonda, yanımda insanlar vardı, onların merak etmesini istemedim, telefonu kapattım yavaşça yanımdakilerin yüzlerine baktım, sadece kolaçan etmek için, sonra muhabbetimize kaldığımız yerden devam ettik. Sanat tarihi sınavından yeni çıkmıştık, güzel geçmişti hazırlandığım soruları sırasıyla cevaplandırdım, teknoloji ve küçük fontlar sağolsunlar. Sınav ile ilgili filan konuşuluyordu masada ama benim aklımda gezi planları vardı, ne zaman çıksam evden, Berkem’e sölemek istemedim, işin gizemli bir kısmı olsun mu istedim, bu yazıyı sayfaya koyana kadar kimse bilmesin mi istedim, yoksa açıklama yapmak zoruma gittiği için mi söylemedim ona emin olamıyorum ama sölemek istemedim işte gizli kalsın istedim ve kafamda bir sürü plan yaptım kendimce. Sonra eve geldik berabercene Meriç, Nehir, Mesut, Efe de geldi bizimle ve kafamı kazıdılar, eğlendiler bende rahatladım kendimce, sonrası yine işkenceydi çünkü ne elektrikler vardı ne de sıcak su... Akşam gezi olayı aklıma yine geldi çamaşırları yıkamam gerektiğini hatırladım, bir çift çorabım bile kalmamıştı sonuçta... Aklımda bunlar varken bir alışkanlık şeklinde bilgisayarımı açtım, online kim ona baktım, Melis online dı ve konuşmak istiyordum onunla, sürekli öyle bir isteğim var zaten, bi türlü konuşmayı, diyaloğa girmeyi beceremedim, enteresan bir insan. Bu sefer biraz olsun konuşabildik, sonra Forum’a yazı yazıyım derken zaten saat 9 oldu ve birden aydım durumu ve koşturarak çamaşırları koydum makinaya... Sonra saat 10gibi uyumuşum zaten ve saat gecenin 3ünde uyandım, makinanın işi bitmişti, çamaşırları astım. Yeni yıkanmış çamaşır kokusu gibi yoktur ama biraz burnum tıkalıydı... Sonra uyumak istemedim, sürekli saat 4gibi kalksam hatta ne güzel olur diye düşündüm. Çünkü benim en verimsiz zamanlarım akşam saat 8sonrası ve sadece sıkılıyorum, oysa ki güneş doğarken uyanık olmak insana güzel bir duygu veriyor ve güne o güzel duyguyla başlamış oluyorsun. Sürekli bu saatte kalksam aslında bir fırın keşfeder, her sabah saat 6buçukta filan gider ekmeğimi alırım, tabi ilk önce bir fırın bulmam lazım.

        Sonra uyudum saat sabahın dokuzuydu galiba! manyak mıyım neyim, akşam saat 10da uyu sonra gece 3 te kalk, otur 6saat sonra sabahın 9unda yine uyu. E! Tabi ondan sonra öğlen saat 2de uyanırsın, İtalyanca’ya gidemez, stüdyoya geç kalırsın. Uyandığımda bir proje fikri ile uyanmıştım! Garip ama sanki rüyamda gördüm. Gittim okula bi çizim yaptım, Andrew beğendi, fena değil filan dedi! işçilik de batırmam inşallah. Dışarıda biraz vakit geçirdim dersten çıktıktan sonra, ardından eve geldim, dünden ve sabahtan astığım çamaşırları ütüledim, tabii ki ondan önce Didem’le internette muhabbet ettik biraz. Çarşamba’ya bütün işler birikti, cumartesi de quiz varmış! yarın Aysim hoca ile de görüşmem gerekecek. Ütüden geri kalan zamanı forumla ve messenger ile geçirdim. Ve sonunda yarın gidiyorum, düşünecek yazı yazacak bol bol zamanım olacak ne küsel

        Çarşamba günü çok yoğun bir gün oldu, sürekli bi yerlere gittim, kırtasiye alışverişi yaptım, okula gittim geri geldim, fimodan prototip yaptım filan yoğundu işte. Eve geldim, eşyalarımı hazırladım sakince ve her gün yaptığım gibi yatağıma yattım aldım bilgisayarımı kucağıma sanki hiç bi yere gitmiyormuşum gibi rutinlerimi yerine getirdim. O sırada Berkem’ e söyleyiverdim birden sonra da, blog’a yazdım gidişimi... Dışarıda masada oturmuş iki ayrı bilgisayarda alakasız bi şekilde takılıyorduk. Adam dalga geçiyorum zannetti zaten ilk başta sonra gerçek olduğunu farketti. Evden çıkarken de küfretmeye başladı.

        Yol garip başladı. Saat 23:50’de Balçova’da Pamukkale yazıhanesinin önünden servis kalkacaktı ben bi 5-10 dakika erken gittim, servisi beklerken bir tane körler için çubuktan taşıyan bir adam yolun ortasına oturdu, çubuktan kör olduğu anlaşılıyordu yani ama emin olamadım bi türlü; oradaki insanlar adamı zar zor kaldırdılar, sonra adam bizim beklediğimiz yere kadar gitti ve yine yolun ortasında ayakta dikilmeye başladı, işin garibi hiç bir arabada durmadı, hepsi bir şekilde geçecek bir yer buldu ve geçti. Yine oradaki insanlar adamı zorla kaldırıma çıkardılar, adam başladı titremeye sonra kaldırıma öylecene yatıverdi, daha sonra kalkıp kafasına vurmaya başladı sürekli, kimse ne bir ambulans çağırdı ne bir polis, kendileri üstesinden gelmek istedi anlaşılan. Ben içimden servisin bir an önce gelmesi için dua ettim resmen, orada olan delirmelere ve intihar girişimlerine tanık olmak istemedim ve yapabilecek birşeyimin olmaması beni çok huzursuz etti. Ardından servis geldi zaten, serviste bir kadın, kucağında bir kedi, kutusunda, sürekli ”yauuw” diyip durdu. E! normal hayvan alışkın değil yolculuklara demek ki ve sinir stres olmuş durumda. Bana garip gelen kadının kendini sürekli rezil rüsva hissetmesi, sürekli kediyi susturmak için kediyle konuşma çabaları! Sonuçta kedi susmayacak bunu ben bile farketmiş durumdayım ama kadın hiç vazgeçmedi çabalamaktan ve o utangaç gözlerle etrafa bakmaktan. Kediyse yol boyunca kadın ne yaparsa yapsın susmadı. Ve garaja geldiğimizde davullar zurnalarla karşıladılar bizi!!! Asker uğurluyorlardı yine. Her zaman garip gelmiştir zaten bu askere davullu zurnalı gönderme işi. 100lerce insan hepsi sarhoş, bağırıp duruyorlardı, 5yolcu 250insan uğurluyor, otobüsün etrafı tıklım tıklımdı, ulaşmak baya bi uzun sürdü, çok da çabalamadım gerçi... Yarım saat boyunca aynen devam ettiler sonra otobüs kalktı ardından bi beş dakika daha otobüsün yolunu kestiler ve orada bağırmaya devam ettiler. Ben zannettim ki buraya kadarmış! sabaha kadar buradayız anlaşılan! 100metrede bir beş dakika mola vericez galiba. Neyse şöför biraz edepsiz çıktı otobüsü kalabalığın içine sürdü bir süre sonra... Helal olsun dedim ben de haliyle... Sonunda yola çıkmıştık, otobüs az tekme yumruk yemedi gerçi...

        Yola çıkar çıkmaz aklıma bir sürü fikir gelmeye başladı, zangır zungur gitmesine rağmen aldım elime sketch book u ve kalemi bişeyler çizmeye çalışıyım dedim ve işin enteresanı uzun zamandır çizmediğim kadar iyi sketchler çıktı, garip bir şekilde kendimi geliştirmişim anlaşılan. Perspektif teknikleri işe yarıyor Bunu farkedince gaza geldim saçma da olsa aklıma ne gelirse çizdim ve farkettim ki çizime başlama amacıma ulaşmışım, aklımdan geçen binbir türlü şeyi kalem kağıda dökmek ve ben bunu otobüste bile gerçekleştirmiştim...

        Çizimlerim filan bitince koydum kafayı başladım uyumaya, sadece iki üç kere uyandım yanlış hatırlamıyorsam, yandaki çoçuğun üstüne devrilmiş olabilirim, çünkü bir keresinde onun tarafından uyandırıldım galiba... Neyse hızlı bir şekilde bitti yolculuğum ve ardından aldım bavulumu yavaş yavaş geldim eve kadar. Şimdi kimseye seslenmeden daha oturup bu yazıları yazıyorum, içeriden sesler geliyor, uyanıklar belli ki ama ben yazı yazmak istedim haliyle ve ses etmedim, onlar çıkacağı zaman açarlar kapıyı, zaten bugünlerde şaşırtma olaylarını pek bi sever oldum.

        Bir kahvaltı yaptık, sonra yavaştan havalimanına ve oradan uçağa! Eskisinden daha da panik oldum, 50dakikalık uçuş bile cehennem gibi geldi, istanbul’a indiğimizde, hatta uçağın lastikleri yere dendiğinde rahatladım, yeniden hayata döndüm. Bir de ardından halledilmesi gereken bir sigara krizi vardı! Biraz zor da olsa babamların yanından ayrıldım bir kafeye oturdum, bir sigara yaktım ve yeniden döndüğümü hissettim dünyaya Bora gecikti onu bekledim sonra saat 14:00da Zegreb uçağındaydık. Yine panik, yine dünyadan kopuk bişekilde. Bizimle beraber, İran’lı sporcu grubu vardı, bi tanesi de bizim sırada oturuyordu. Bora uzun uzun muhabbet etti çocukla, biraz türkçesi vardı. Bu sefer iniş daha zor oldu, zangır zangır titredi alet, ben de haliyle öldüm öldüm dirildim! Uçaktan korkmamayı başaramıyorum nedense! Yine lastiklerin yere inmesiyle kendime geldim, hayata döndüm, bir saat elli dakikadan sonra.

        Havalimanı biraz küçük geldi bize, yani sanki çok küçük bir şehire gelmişiz gibiydi, Bodrum havalimanından pek de büyük değildi. İndik ve hemen pasaport çıkıştaydık, orada sorun çıkardılar bize, hani vizesiz alıyorlardı ya Türkleri, biraz hikaye oldu, saç kesimimizden midir nedendir bilmiyorum ama girişteki adam fazlasıyla uyuz bir adamdı, bişeyler söylüyor mırıl mırıl, sonra “ok” diyor ama pasaportu geri vermiyordu, tam bir başbelasıydı ve manyak!... Bi şekilde geçtik, bavullarımızı aldık ve gidecek şekil bakmaya başladık. Hosteslerden birisi, bize yardım edeceğini söyledi ama pek bi yardımını beklemeden (gerçi bekledik de biraz sakin yapılı bir insandı) onlardan ayrılıp bir taksiye atladık, olmayan Hırvatçamızla.

        Otel güzel bir oteldi “Palace Otel“ Eski bir binası var, içide eski bir iç mimariye sahip. Otele gelir gelmez 10 dakika soluklandık ve hemen yemek yiyecek bir yerler bakmaya çıktık. Babamlar deneyimli tabii, hemen ilk işleri bir turist information bulmaları oldu. Turistler için olan bedava bir harita ve üzerinde neler yapılacağının bilgisini içeren işaretler. Orada ki adam bir sokak söyledi yemek mekanlarını olacağı ve özellikle Galeri restaurant diye bir yer önerdi, biz de direkt oraya gittik. Boş bir mekandı ama yemekleri gerçekten harikaydı, neredeyse herşeyden istedik ve tıkabasa yedik, hatta kalanı da paket yaptık ve otele getirdik. Ve oradan hafif dolaşarak geri otele geldik saat 19:00 civarıydı, bir saate yakın oturmuşuzdur ama ondan sonrası kopuk, uyandığımızda saat sabahın 8:00iydi.

-----------------------------------

        Bugün Cumartesi, bunları yazarken veya okurken acayip sıkılıyorum. Ne yazasımvar ne anlatasım, ama kısa bir özet geçiyim istedim...

-----------------------------------

        Cuma günü kahvaltıda abimin arkadaşlarıyla karşılaştık, Boşnak bir çocukla, Sırp eşi ve ikisinin kızı, bir kaç kişi daha vardı ama onlarla ne kadar alakalıydı Bora onu kestiremedim. Kahvaltının sonlarına doğru gelin ve damat da ortaya çıktılar. Hep beraber bir kafeye gittik, şarap içtik sonra biraz dolaştık resim çektik geri otele döndük. Saat 7 gibi otelden çıktık, bütün damat ve gelin ekürisiyle yemeğe gittik. Türkiye’de ki mangal lokantalarının biraz lüksüydü. Tıka basa yemek yedik, içkimizi içtik, ortak dil ingilizce olmak üzere muhabbet ettik ve geri otele döndük. Otelde birisinin odasında (kral dairesi şeklinde) muhabbet devam etti 1-2saat kadar. Onların odası biraz ev gibiydi, hatta salon kısmında piano bile vardı, bizim 5 oda yanımız. Muhabbet sonu biz odamıza çekildik abimle ve ben zaten biraz yazı yazdım ve sızdım.

        Ertesi gün yani cumartesi günü saat 9:30 gibi uyandık, babam uyandırdı, abime bişey verdi. Ardından bi koşu aşşağıya kahvaltıya indik, benim amacım daha çok kahveydi tabi. Ve saat 12 civarı düğünün yapılacağı mekandaydık. Açık alan tahminen bir müzenin bahçesiydi. Düğün için yeniden düzenlenmişti. Uzun bir süre kokteyl havasında millet ayakta takıldı sonra masalara oturdular. Bana yer kalmadı gibi bişey oldu ve nedense sevindim çünkü kaçasım vardı. Biraz fotoğraf çektim ardından, fotoğraf makinesinin hafızasını aktarıp bilgisayara geliyim şeklinde otele geri döndüm. Biraz oyalandım gelirken ve odada sonra farkettim ki fazla oyalanmışım abim geldi neree kaldın diyerekten. Beraber geri döndük düğün alanına. Bişeyler atıştırdım, yine bişeyler içtim alkol olarak, zaten bi sene boyunca içtiğimden fazla alkol aldım geldiğimden beri. Düğünün bitmesine yakın da Bora ile beraber insanlara bir iki armağan alalım diyerekten dolaşmaya çıktık ama cumartesi günleri saat 15:00 itibari ile her yer kapanıyormuş bizde açık bulduğumuz iki dükkandan sabun filan aldık, başka da pek bi şansımız olmadı. Sonra da biraz dolaşıp bir iki kahve içip çiçek meydanında bir kafede oturup, otele geri döndük. Hala odada bilgisayarla bişeyler yapmaktayım, hiç canım çıkmak filan istemiyor. Hatta biran önce yarın olsa da gitsek diyorum içimden.

        Yarın tahminen saat 16:00 civarı uçağa binmiş olucaz. Türkiye saatiyle de saat 19:00 da İstanbul’da olucaz, Uçakla bodrum’a gitmek yerine ben otobüsle İzmir’e geçmek istiyorum. ...... Bu kadar işte..... Gittim geldim.....

teşekkür ederim

        bu sayfa 2 ay içinde 1,000 kez okunmuş ya da okunmamıl ama açılmış! teşekkür ederim, insan virgülü görünce anlıyor yalnız olmadığını...

        “Ben sizinle varoldum, çok teşekkür ederim“ çok feciiii!!! Berkem’in yorumunu tahmine edebiliyorum ”özgür, bi önünden ye“ anlamını bilmiyorum ama

        Ama hakikaten bugün mail gelince ”your page view has reached 1,000“ diye içim bi garip oldu resmen mutlu oldum

Crotia

        Bugün akşam daha doğrusu gece Bodrum’a yola çıkıyorum, yarın sabah da saat 10 uçağı ile direkt hırvatistan. Abimin Fransa’dan bir arkadaşı evleniyormuş, Zagreb’de evlenecek! Bir gün Bora aradı beni, nasıl gidebilirim babam destekler mi diye sordu, ben de destekleyeceğini ama kendisinin de gelmek isteyeceğini söyledim, yani gitmek istiyorum değil de gidelim mi demesini söyledim. E! tabi sonuçta babamlarda hazır olduğu için böyle tekliflere onlarda hemen kabul etmiş, tabii herkes gidiyor beni unuturlar mı?!? Ben de hemen bi düşündüm şöle uyuyor mu zamanlama diye ve işte gün geldi çattı, yarın saat 10da tahminen uçağa binmiş olucaz ve ardından Zagreb’e uçucaz. Aslında uçmak olduğu için olay biraz heyecan yok değil ama olsun güzel bir heyecan... Tahminen pazar akşama dönmüş oluruz.

        Ve yurtdışı aktivitelerim başladı, umarım uğurlu gelir bu yolculuk ve devamı da yazın gelir. gittiğimde sürekli yazmaya çalışıcam, ama yayınlayamam tahminen, döndüğümde ise yayınlayacak bir sürü hikayem olur.

        Kısa bir süre için hoşçakalın...

Salı, Mayıs 23, 2006

Saçlar gitti :)





Resimler - copycatnarven - tarafından çekildi

bu arada bu benim 100. post’um oluyo amma çok yazmışım

Pazartesi, Mayıs 22, 2006

Huzursuzluğun peşinden

        Sanki bir huzursuzluğun peşinden gidiyormuşsun gibi, at gözlüklerini takmış onlarla mutlu olduğuna inandırmışsın kendini sanki, görmek istemiyorsun etrafındakileri, hayatı doyasıya yaşamıyorsun, rüzgarın peşinden gitmek yerine, fırtınadan önceki sessizliği sevmek cazip gelmiş sana. Ne yapmak istediğini düşünmeden bulmak, garipliğin içinde ki bir sevgi ve mutlu olmaktan çok elde etmek bir insanı. Takıntı demek yanlış olur ama doğru şeyleri istediğinden emin misin ki?

        Hayat cidden 10 dakikalık tartışmalar için kısa, ne yapmak istediğini düşünecek kadar da! Yapmak zorundasın hayata dair gereklilikleri, sıkılsan da, sevmeye başlamalısın, zorunluluk denilen şeyleri... Bazen sıkıntı olur içinde hiç bir şey yapmazsın, alışkanlık haline gelir bişey yapmamak ve alışmaktan korkarsın, senin için bişeyler yapan insana alışmaktan zamanla...

Pazar, Mayıs 21, 2006

kitap okurken

        Kitap okurken hep oradaki mekanları kendi hayalimdekiler, karakterleri de ekndim yapıyorum. Sadece bunları geliştirebildiğim kitapları okumayı seviyorum. Nehir’in sölediği gibi “A.Ş.K. neyin kısaltması” sarmadı beni, okuyamıyorum, yine bitsin diye okumaya başladım. Gerçi zaten yine sıkışık zamanlar başlamış gibi, yani kitap okumaya zamanım yok, bişey yaptığımdan değil ama kafamda bişeyler olduğundan, yani kitaba başlayınca içimde bir sıkıntı, kafamda düşünmem gereken şeyler olduğunu farkediyorum. Şu anda da öle mesela, yarın sanat tarihi sınavım var, aslında bütün çalışmam gerekenler elimin altında ama bişey yapmıyorum sadece ne yapsam diye düşünüyorum.

        Öle işte sıkıntılı bir gün daha, keşke gitmeseydim Bodrum’a! İşler birikince kötü oluyor, yani bugün uyanır uyanmaz aklıma arka bahçeyi temizlemek geldi ve kalktım, bir kahve hazırladım kendime sonra, biraz oturduktan sonra yatağımda çıktım dışarı süpürge aldım saatlerce arka bahçeyi temizledim. Biraz daha erken davransaydım kedi doğum yapmadan önce hiç fena olmayacaktı ama şimdi arkadaki barakaya kafamı bile uzatamıyorum çünkü ufak kedilerin annesi sürekli orada duruyor. Bi ara uzattım kafayı gerçi “viyk”lemelerini duyduğumda, kutuların en arkasına geçmişler sadece hareket edip viykliyorlar, fare kadar küçükler şu anda, kafamı uzattığımda annesi bi gırrladı bende bi daha kafamı uzatmadım, sonuçta anne olduğu için hayatını ortaya koyup saldırabilir... O kadar arkada olmasalardı süt felan verecektim, sonuçta annesi de ii beslenmediği için yeterli süt veremiyordur onlara gibime geliyor. Neyse sevmiyorum kedileri ama yavrularına karşı normal bi şekilde sempatim var, ha bi de Çıtımık, kedileri sevmeyen, kimseyi özlemeyen ben, her kedi gördüğümde Çıtımık geliyor aklıma.

        Akşam olmaya doğru misafir geldi evime, gerçi sadece fotokopi çektiğim sürede evdeydi ama olsun, ii geldi burada oturması, alakasız bile olsa bir kaç kelime etmiş olmamız iidi, herşekilde... Garip ve mutlu bi 15dk idi Arka bahçeyi tam zamanında temizlemişim dedim ama evine geri döndü yani oturmadık arka bahçede, şöle bi keyif yapmadık, ne yazık ki...

        Neyse içimde kalsın gerisi, yazmak istediklerim yok değil ama öğrenmenizi istemediğim şeyler var haliyle, içimde sıkıntı olacak yazmadığım için ama yazmıyorum işte zorla mı? Gerçi kaç kişi tarafından okunuyor ki bu sayfa? Yani kaç ay sonra duyacak insanlar, okulda yanlışıkla söylenen sözler bile on dakikada yayılırken, burada aylar sonra ulaşması ya da tamamen arşive kaldırılmış bir dosya olması garip aslında.

        Her neyse çalışmak lazım...

Perşembe, Mayıs 18, 2006

Telefon

        -Alo, buyrun
        -Naber, napıyosun (bi kız sesi ve neşeli)
        -e, iiyim!
        -Tanıyamadın di mi beni?
        -Ya! Galiba tanıdım ama şimdi emin olamıyorum
        -Evet tahminini duymak istiyorum
        -Ama bi garip olacak çünkü aklımda ki ismin telefonumu bilme ihitmali düşük ve sadece içime öyle doğduğundan....
        -Tamam, yanlış tahmin edebilirsin, telefon ederken hatırlamanı beklemiyordum
        -Müge!
        -OHAaa! evet tutturdun!
        -Dalga geçiyosun di mi?

        Ardından soyadını ilk adını da söyleyince, doğru tutturduğumu anlıyorum ve uzun süreler konuşuyoruz, ardından buluşuyoruz. Müge benim ilk okul arkadaşım, 4-5 sınıflarda onu seviyordum hatta aşıktım diyim, bi arada hazırlıkta sevmiştim yanlış hatırlamıyorsam. O sıralar önüme gelene aşık olur, önüme geleni seviyor olurdum zaten. O okula 4.sınıfta gelmişti, yani benden bir sene sonra, sürekli dalga geçip saçını çekerdim o da beni öğretmenlere şikayet ederdi. Sonra aramız iyi oldu, ben sürekli okula fotoğraf makinesi götürüyordum, o arkadaşlarıyla beraber kaçıyordu ben de onları çekmeye çalışıyordum, eğlencemiz buydu. Ama bir sürü fotoğrafı vardı o zamanlar, hatta odamda başucumda güzel bir portresi vardı, üstüne de kalpli yapıştırma yapıştırmıştım. Sürekli mektup yazardım, AsBurger’in önünde buluşmayı teklif ederdim, eskiden Alsancak’ta McDonald’s açılmadan önce AsBurger diye bi yer vardı, abimle sürekli gider hotdog yerdik, buluşabilinecek en güzel yerdi.

        O telefon görüşmesinden 1-2 hafta sonra, Bodrum’dan döndüğüm günün ertesi günü yani pazar günüydü, aradım onu Alsancak’ta buluştuk, AsBurger diye bir yer olsaydı yine oraya çağırırdım ama artık yok malum. Uzun muhabbetler yaptık, şimdi o muhabbeti açıklamıyım size, sonuç ise merak ettiğiniz, hala arkadaşız, o kadar eski bir geçmişten gelen tek arkadaşım. Eskiden hayat kadar güzel gelen insanlar şimdi o kadar güzel gelmiyor. Hala çok güzel bir kız ama ne biliyim insanın zevkleri mi değişiyor yoksa yaşadıkları insanın beğeni güdüsünü mü köreltiyor bilmiyorum, belki de hayat kadar güzel lafından kaynaklanıyordur, hayata bakışımda ki değişiklikten.

        (Bu yazıyı devam ettirip üstüne hırvatistan yolculuğunu oturtacaktım ama sonradan caydım, kişiler gerçek olay kurgudur...)

Mutlu oldum

        Uzun zamandır konuşmadık, sürekli bu yazıları okuyordu, görüyordum, ama 3-4 gündür girmediğini farkedince üzüldüm, bugün girmiş, okumuş ya daokumamış ama girmiş, mutlu oldum, sanki görüşmüşüz kadar mutlu oldum resmen garip bir his benimkisi... Yeniden hoşgeldin

Salı, Mayıs 16, 2006

koku

        Beni hiç bir koku onun kokusu kadar mutlu etmemişti ve hiç birisi kalbimin bu kadar atmasını sağlamamıştı, hala onun kokusuyla uyanıyorum, kalbimde filler koşmaya başlıyor ve bir den hepsi bir noktada duruyor, çünkü artık o koku sadece beynimde, artık o koku yok hayatımda.... Kalbim acıyor...

Günlükte yazılmışlar

        Eskiden yazdıklarıma bakıyorum bu sayfayı açmadan öncesine... Bir sürü şey söylemişim bugünlerde olacaklarla ilgili, ne kadar çok şey dediğim gibi olmuş, özellikle son zamanlarda, bütün düşündüklerim gerçekleşmiş resmen. Ya geçmişte yaşadıklarım anlamamı sağlıyor ya da hakikaten 6.his denen bişey var. Ama az mı yaşadım karşımdakine sormadan cevap vermeyi. Gerçi iki gün önceydi tahminen, üç soru sordum kendimi test etmek için üçüde yanlıştı. Gerçi sorduğum kişinin kanalları bana çok kapalı, kapalı olduğunda belki de bu kadar üstüne düştüm, oysa ki konuşamıyoruz bile, her hangi bir dialoğa giremiyoruz enterasan bi şekilde...

        Üzülüyorum bazen, geçmişte sölediklerim ve insanların başına gelecekler, engel olamıyorum ve üzülüyorum bazen onlar için. Bazen biliyorum başıma gelecekleri ve kendim için, gidişatı değiştiremediğim için üzülüyorum...

Cuma günü eğlencesi

        Berkem’e Mesut’un kaskını taktırtıp eğlendik.
        Muviii 1
        Muviii 2
                *izlemek için .3gp codec filan yüklü olması lazım olmazsa telefona atıp izleyebiliyosun zannedersem. sony ericsson da çekilmiştir.

        Arka fon müziği

Pazartesi, Mayıs 15, 2006

Sevgili günlüğüm

1Aralık2005te yazdığım bir günlük yazısı var. Ayıp olmasın felan şeklinde isimlerin yerine (büyük harf) yazıyorum. Anlaşılsa da umrumda değil, yada buraya direkt isimleriyle de koyabilirdim... Sadece yapmam gerekeni yapıyorum...


Herşey yolunda, gerçekten yolunda
Bugün sana anlatacak çok şeyim var
Dur biraz düşüneyim sıraya sokayım herşeyi kafamda.
Bugün tüm gün telefonum kapalıydı, bu beni daha huzurlu kılıyor. (A) aradı mı aramadı mı düşünmüyorum aklıma geldiği zaman aramadığını düşünüyorum kararsızlıkta kalmıyorum. Beni özlüyor mu ya da bişeylerden pişman oldu mu bilmiyorum ama artık o kadar da umursamıyorum, tatlı bir kızgınlığım var sadece. Telefonum bağlanmadı ama bundan sonra cep telefonunu kullanmayı pek düşünmüyorum. insanlar beni evden arasınlar. Umarım yarın bağlanır ve babama hesap vermek zorunda kalmam.

Bugün geç uyandım, 8:35 filandı ve 14kez devamsızlığım olmuş, bi tane daha yapınca ingilizceden kalma durumlarım gündeme geliyordu ama koşturarak gittim ve gittiğimde adam (karikatür kahramanı) daha yoklama yapmamıştı, dersin sonunda yaptı. (B) gelmedi bu sefer derse, arada gördük yeni sevgilisiyle (iğrenç) aşağıya iniyordu, orada koltukta uyuyacakmış. (F) oradaydı ve muhabbet ettik bolca, genelde (B)’tan bahsettik ve (A)’la ilgili olabilecek şeylerle iligili neler söylediğini söyledim filan, yani biraz dedikodu yaptık ve ne kadar görüşlerin aynı olduğunu gördük filan. Her neyse (B) sadece arkadaş oldu artık insanlar için. (F)’e de söylediğim gibi ben (D)’u sevdim onu hepsinden ayrı tutuyorum, o da ne arkadaşlığın ne de başka şeylerin cılkını çıkartacak bir insan değil.

İtalyanca dersinde yine (B) yoktu (neden (B)’tan bahsedip duruyorsun diye sorma sonuca bağlıycam herşeyi!) İtalyanca dersine de girmedi ve ben onun geç kalmak haricinde gelmdiği günü hatırlamıyorum. Her neyse güzel bir ders oldu ve italyanca da kelimeleri renklendirmeye başladığımı farkettim yani artık bundan sonra daha rahat bir şekilde öğrenebileceğim bir duruma gelmeye başladım diyelim. Acelem yok tadına varıyorum. Kendime sıkıntı etmeye hiç gerek yok bu okul bir şekilde bitecek ve bu sefer herşeyi öğrenerek çıkıcam bu okuldan. Yavaş yavaş inek olmaya başlıyorum zaten bundan sonrası da güzel olacak. Ev olayında da öyle...

Bu yazıya başlamadan önce odama girdim ve ne kadar güzel olduğunu düşündüm. Evimi gerçekten sevmeye başladım ve kendimi sıkıntıya sokmama gerek kalmadan bir şekilde evle beraber uyku düzenim ve onunla beraber de hayatım düzene girecek, zaten hayat küçük şeylerin tek bir noktada kesişmesiyle betimleniyor. Büyük parçalar o noktaları sadece pekiştirmeye yarıyor, o noktada herşey kesinleşmeden büyük parçaları aramıycam bundan sonra nereye oturtacağım bile belli olmuyor...

Stüdyo dersine gitmeden önce eve gelip materyallerimi yanıma aldım, halat ve uzatma kablolarını. Okula gittim orada ki herkesle yavaş yavaş muhabbete girdiğimi farkettim resmen artık kendime gelmeye başlamış durumdayım. Yavaş Yavaş hayatımı düzene soktuğum gibi ilişkilerim de düzene girmeye başlıyor çünkü onları düzene sokmak için bir çaba sarfetmiyorum ya da düzene girmemesi için sadece kalkanımı gerekmedikçe kaldırmıyorum ama etrafımı sarmasına da izin vermiyorum. Yani insanlar benimle konuşabiliyor ama hayatıma giremiyorlar bir çırpıda. Birazcık kalkanımı kaldırdığım insan (D) ve (F) oldu ve (B)’a kalkanımı kaldırdığında nasıl olacağını anlattım sadece yani belki de gerçekleri bilmiyor veya sadece benim ağzımdan biliyor.

(B) kendine taze sevgili edindi ve şimdi yavaş yavaş arkadaşlıklarını yok etmeye hayat düzenini yok etmeye başladı. Sonuçta kendini boğacak ve bunun farkında bile olamayacak. Sonuçta sevgilisinden ayrılacak kendine farklı ortamlar hazırlayacak sonra o ortamların da içine edip kendini yavaş yavaş bir çukura gömecek. Onun adına ve onun gibiler adına üzülüyorum işin açıkçası.

(B)’tan bu kadar bahsetmemin nedeni de bu; o acıdıklarım arasında ben de vardım belki de hala varım. Tek farkeden artık ben bişeyleri görüyorum ve bu olaylarda kendi çukurumu kazsamda içine atmayacak kadar olgunum, yine de şimdiye kadar acıdıklarımdandım. Artık olmamam gerekiyor. Doğru anı beklemem hayatımı doğru bişekilde düzene yavaş yavaş sokmam gerekiyor, zaten öğrenemediğim birşey varsa o da sabretmek ama kendimi aşmaya başladım o konuda da. Yani mesela hala kendime wireless olayları almamış durumdayım, 2-3 güne kalmaz alırım biliyorum ama bu kadar bile sabretmiş olmam yada bu kadar süre içinde almam gerektiğine inanmama rağmen sadece sabırlı davranmak adına almamış olmam benim için büyük bir kademe.

Evet (A) haklı, o benden ayrıldıktan sonra onun göremediği şeyleri yani kaymağı başkaları yiyecek ama ben ona çok söyledim bak biraz daha sabret diye çünkü o, o kadar uğraştıktan sonra kaymağın başkalarına kalmasını bende istemedim ama o belki benden de sabırsız bir insan ve doğrudan kaymak gibi hazır bi insanın arayışına girdi ama her sütün kaymağı yenmez, bunu kötü bir şekilde öğrenmez umarım.Ne kadar son zamanlarda bana karşı acımasız ve duyarsız davranmış olsada benim için yaptıklarını ona geri ödeyemeyeceğim kadar büyük, belki hayatımı ona borçluyum ama ne yazık ki o benden vazgeçti... Umarım güzel günler ve mutluluklar onun olur.

Bugün Stüdyo’da malzemelerimi olabildiğince çok paylaştım ve şikayet etmemeye çalıştım elimden geldiğince. Bunun karşılığı mıydı bilmiyorum ama kendimi ders sonunda gerçekten iyi hissediyordum.

Mesela en sonunda bugün (C)’le konuşma fırsatım oldu. Garip hisler içindeyim ona karşı yani kanallarında bi yanlışlık var sanki! Bi şeyler beni yanıltıyormuş gibi geliyor. Hani iki gün önce yazdıklarım. Her ne kadar olaylar olması gerektiği gibi gelişmediği için test etme olanağım olmasa da bazı şeyler şüphe uyandırdı. Veya tanışma yöntemimiz ve ortamımız uygun olmadığı için garip bir huzursuzluk oldu ortada. Resmen o benimle konuşmaya başladı ve ayrıca aralarında ki konuşmalar beni farklı birisi olduğu sonucuna doğru götürdü, hangi hissime güveneceğimi bilemiyorum bazen. Yada herşeyin bileşimi olan mantığım herşeyin çözümü mü bilemiyorum? Yarın bilgisayar dersi var ve erken uyanabilirsem ve annem burada olursa o zaman gidicem. O da orada oturacak, acaba buna hazırlıklı bi şekilde süslenip püslenip gidip bi de yüzsüz bi şekilde onun yanına mı otursam diyorum? Bilmiyorum, sonuçta ona asılmak istemiyorum sadece bir konuşma ortamı yaratmak amacım ve bunu yapabileceğimi biliyorum, eğer ona bırakırsam bunun imkansıza yakın olduğuna da eminim. Acaba neden onu o kadar tanımak istiyorum bilmiyorum. Galiba ilk gördüğüm insan olduğu için veya okulun en güzel kızlarından ya da en etkileyici kızlarından olduğu için, nasıl bir insan olduğunu ne aşamalardan geçtiğini öğrenmek için. Bilmiyorum ama bi şekilde onunla tanışıcam, hem start’ı vermişken neden durayım ki? Bi de arada unutmamam gereken bir olay var, başımı belaya sokmamak!!! (H)ler yani bir bakıma onların ekip biraz belalı gibi ama eğer (C) (K)’ın sevgilisi değilse o zaman o kadar samimi olmaları başka şeyleri ön plana çıkarıyor. Mesela onun bu şekilde bir sevgilisi olmadığı gerçeği, varsa bile tatlı bişeyler ya da anlayışlı bişeyler, ikinci bir olay o kötü bir seçenek, onların akraba ya da kardeş gibi oldukları ve eğer yanlış anlaşılırsam bu kötü sonuçlar doğurur. Her ne olursa olsun sonuçta ben o kıza asılmıyorum ve insanları ikna edebilecek yeteneğe bir şekilde sahibim ve her zaman bi şekilde kendimi anlatma yöntemini bulmasamda sıyrılmayı başardım.

Bakalım yarın neler olacak. Gidelim görelim. Meğer kız benden hoşlanıyormuş kayıt olduğumdan beri! Ne dumur olurum ama!!! Gerçi ismimi bile bilmediğine emin olduğum için bu ihtimal biraz garip olur. Bakalım yarın anlamasamda herşeyi biliyorum ben onunla iyi bir arkadaş olabilirim ve herşeyi bana anlatmasını sağlayabilirim.

Yavaş gitmek her zaman daha iyi... Bu bir taktik olsun benim için, ilk önce ismini öğren sonra 6.hissin sana ne söylüyor onu bul sonra git tanış ve art niyetli olma, o sana ne yaparsa yapsın! iki insan birbirine yeterince yakın olmadan birbirine zarar veremez ama kıllaşacak kadar yakın olursan bela geliyorum demez...

Yavaş yavaş herkesin arkadaşı olabilirim galiba ama ben hep olması gereken kadar yalnız olmalıyım. Hanemin içine girecekler her zaman özel olmalı. Sallana sallana (duçiseravi), piano piano bacaksız

Mutluyum huzurluyum, bunu ben istemedikçe bişey olmaz... Tabii bi de allah istemedikçe... Ama ben onu sevdikçe o da beni sevecek biliyorum

Sana bana bu hayatı verdiğin için teşekkür ediyorum. Ve beni mükemmelleştirecek şansı, olayları ve zekayı verdiğin için sana şükürler olsun.

Söyledim mi hatırlamıyorum ama artık karar verdim geceleri mum ışığında oturucam. Karanlık ya da loş ışık insanı depresif yaparken nedense mum ışığı duygusal ama mutlu yapıyor insanı. Galiba hareketli bişey olduğundan insanın içine hareket ve enerji de ekliyor. Hem elektrik parasından da kurtulurum, gerçi bu sefer de mum parası olacak ama olsun bi süre sonra onun bi ucuz yolunu bulurum nasılsa.

Demin iBook’u kapatmış ve yatmıştım ama sonra sürekli düşünmeye başladım (C)’le konuşacaklarımı, gerçi ne kadar kafamda canlandırırsam o kadar gerçekten uzaklaşıyor. Zaten hiç bişet hiç bi zaman kafanda canlandırdığın gibi olmuyor.

Düşünürken birden erkekleri 3’e ayırdım. Seksi abartanlar, seksi abartanlar ve diğerleri. İlk seksi abartanlar grubu, o yea nasılda götürdüm, nasılda siktim, sikerim ederim grubu. İkinci seksi abartanlar grubu, kadınların ne istediğini bulmak adına yol katettiklerini düşünen, onlar için seksi aşırı özel zanneden ve bu yüzden kendilerini aşırı özel saplantısına kaptıranlar, her seviştiklerinde kendilerini neredeyse ağlayacak kadar duygusal hissedenler. Ve haliyle diğerleri... Ben bu gruba koydum kendimi... Ama işin kötüsü erkekler günümüzde sadece seks’e göre gruplandırılabiliniyor. Her neyse benim hangi grupta olduğum çok da önemli değil zaten önemli olan benim neden kızlarla daha iyi anlaştığımın nedeni. O da ben bu geneli oluşturan iki grupla ne kadar arkadaş olsamda iyi olmamam, benim arkadaşlarım o diğerleri azınlığının parçalarının azınlık kısmındakiler ve azınlığın azınlığı hakikaten az oluyor binde bir kadar az olabiliyor. Burada, (D) olduğunu düşünüyorum ama emin de olamıyorum...

Bu düşüncelere nereden geldim onu da anlatıyım ya da tüme varım gibi baştan başlıyım sonunu siz ekleyin.

Bu laptop benim ikinci aşkım oldu kısa sürede! Bunun nedeni teknoloji manyağı ya da bilgisayar manyağı filan olmam değil. Bu laptop sayesinde “yazma”ya yeniden başlamam kararlı bir şekilde. Ne hakkında yazdığımı düşünürsek, (A) hakkında, (B), (C), (E), (D) hakkında, okul ve dersler hakkında, (F) hakkında, (L), (M) hakkında, duygular hakkında, para hakkında, gözlemlerim hakkında ve bir çok insan (çoğunlukla kız) bir çok konu hakkında yazılar yazıyorum. Evet genelde kız çünkü ben kızlarla daha iyi anlaşabiliyorum çünkü erkeklerle tek konuşulabilinen şey kızlar ve seks oluyor ve ben bu konularda onlar gibi bahsetmekten haz almıyorum, bu konularda muhabbet etmiyorum demiyorum, etsemde haz almıyorum, salakça ve sıkıcı geliyor bu muhabbetler bana... Bi de muhabbetin sonunda bi grup insana bi lakap takıyorsa ya da bi diğer grup çok şanslı bir adamsın ve seninle bunu yaşayan kız çok şanslı derse boku çıkıyor muhabbetin ve ben genelde bu boyuta getirmemek için resmen kasıyorum kendimi.
Bundan sonra bu grupların ne olduğunu açıklamaya geliyor sıra...

Her neyse insan gece mum ışığında yatınca bir sürü şey gelebiliyor aklına, o yüzden bu yazıyı burada bitiriyorum, iBook’u kapatıyorum ve mumu söndürüp uyuyorum...

iyi geceler sevgili günlüğüm ve iBook’um :p

Perşembe, Mayıs 11, 2006

Kitap

        Tuna Kiremitçi; ilk defa Gülşah’ın bana “Git Kendini Çok Sevdirmeden”’i göndermesiyle tanıştım. Garip ama adamın hayatına ve yazdıklarına hayranlığım var. Nesi yakın geliyor bilmiyorum ama yakınlık duyuyorum kendisine, henüz bir tanışıklığım bile olmadı kendisiyle. Endüstriyel Tasarımda okuyup, sürekli bişeyler yazmaya çalışarak ve bir yazara hayranlık duymak ne kadar mantıklı bilemiyorum, en azından benim gibi bir insan için. Gerçi beni okulumdan edecek bir boyuta geleceğini zannetmiyorum ama bazen sadece yazı yazıyım, kitap okıyım diye bırakıyorum herşeyi, yazı ile ilgili şeylere yöneliyorum.

        Uzun süredir başka kitapları okumaya çalışıyordum, “A.Ş.K neyin kısaltması?“ ve ”Bu İşte Bir Yalnızlık Var“ ‘ı okumadan, sanki onları okuyunca yazmak ve okumak dışında bir şey yapmazmışım gibi geliyordu, bugün bir sürü işim varken dayanamadım başladım ve daha iki sayfa okudum bunları yazmak istedim birden. Neyse bıraktım, daha projeler var yarına yetişmesi gereken. Az daha dayan Özgür az kaldı!!!

        Bir kaç gün önce Paulo Coelho’nun ”On Bir Dakika“sını bitirdim. Onu da dehşetle tavsiye ediyorum. İlk başta bir fahişe ile ilgili olduğu için okuyasım yoktu, çünkü böyle konular bazen sinirimi bozabiliyor ama kitap bittiğinde, bi daha okusam mı diye düşünmeye başladım. Bi ara yine okuyacağımı biliyorum... O kadar güzel bir şekilde ifade edilmiş ki herşey, seksin içinde ki, o aşkı yeniden keşfediyorsun adeta ve seksin aşksız sadece bir faaliyet olduğunu daha ileriye gidemeyeceğini anlıyorsun. Bu kadar değil tabii ki anlattıkları...

Pazartesi, Mayıs 08, 2006

Keyifli bir Pazar

        Dün bir haftadır içimde birikenleri, o insanla alakalı şeyleri, anlattım sonunda. Galiba üstümden bir yük kalktı, bugünüm keyifli geçiyor, dünden beri indirdiğim lost dizisinin bölümlerini izliyorum. Saat 12 gibi kalktım ama daha demin kahvaltı yaptım, iki yumurta kırdım üstüne kaşar ve salam. Ondan öncede banyo yapmıştım yani her zaman olduğu gibi banyo da acıktırdığı için aşırı aç bir şekilde 10sn de hepsini yidim

        Şimdi müziğimi açmış ne denk gelirse onu dinliyorum. Demin “Müslüm Gürses - Sensiz olmaz” ‘ı dinlerken aklıma gelen geçen mayıs Ankara anıları vardı, son ses açmış müzik setinin başına geçmiş evde yalnızken hüngür hüngür ağladığım zamanları düşündüm, şimdi o kadar uzağım ki o anlara, gülümsüyorum sadece, yine ağlamak istediğim oluyor aynı şarkıyı dinledikçe ama aynı şeyler yok artık karıştı duygular, ağlamak mı, kızmak mı, geçmişe mutlu olmak mı, gerekiyor bilmiyorum. Yanlış anlamayın ne kadar ağlasamda güzeldi o günler, hayatımda sevgi vardı, hatta aşk, ne kadar ayrı olsamda... Ve hep ardından "MFÖ - Yalnızlık Ömür Boyu" yu açmışımdır, onu dinleyerek gözyaşlarımı silmiş, Eskişehir de ince sesiyle bu şarkıyı söyleyişini hatırlayarak, gözüm yaşlı ama yüzümdeki o sırıtışla onu da bir daha, bir daha dinlerdim...

uluslararası bir sayfaymış

        bu sayfaya hangi ülkelerden girilmiş:

        Türkiye
        İsviçre
        Almanya
        Amerika
        Hollanda
        İngiltere
        Arjantin
        Fransa
        Singapur

"yarın ölecekmiş gibi yaşa"

        Yarın ölebileceğine inanmak ve ona göre yaşamak. Her duyduğumda “yarın ölecekmiş gibi yaşa” lafını, nasıl olabileceğini, bugünden ne farkı olacağını düşünürdüm. Hayır yarın ölecekmiş gibi yaşamak bence saçma, ya da bana uygun değil.

        Bir itirafta bulunmak istiyorum, sadece bir kişinin bildiği birşey, (onun da inandığını bile zannetmiyorum) ama bunu okuyan her kimse sakın ne bununla ilgili bişey sorsun, ne de endişelensin istemiyorum çünkü bişeyim yok, cidden iyiyim ben!
        
        Ocak ortası, sonu gibi mutfakta bişeyler keserken yere yığıldım, nefes alamadım, göğüs kafesim sancıdı 10saniye kadar, öleceğime inandım ve ölmek istedim, ama geçti. Ne olduğunu hala bilmiyorum, ertesi gün doktora gittim, bişeyler söyledi ama dinlemedim bile, umrumda değildi, bir reçete yazdı ve 4 ay boyunca bi ilaç kullandım, içki yasaktı ama ara sıra deldim bu yasağı, yine bişey olmadı... Hala ne olduğunu bilmiyorum yani ama istanbul’a gitmeden önce telefonda konuştum, ilacın bittiğini söyledim, bir kaç şey sordu ve psikiyatr’a gitmemi istedi yine de, ilk gün de istemişti, hala gitmedim Panik atak olma ihtimali var galiba (bu benim yorumum doktorun değil) Her neyse bunu sadece bir bilgi olarak yazıyorum, yani daha fazlasını sormayın sorsanız bile cevap beklemeyin. Ayrıca kesinlikle endişelenmeyin ben iyiyim...

        İlacın bittiği gün kendime bir şişe şarap aldım! Kutlama gibi bir amacı vardı, içmedim hala buzdolabında. Ondan önce kendimi her an ölebileceğime o kadar inandırmıştım ki... Oysa ki 4 ay boyunca bi daha aynı şey olmamıştı ve ilk gidip doktora, çıkarken kafamda “yarın ölecekmiş gibi yaşa” lafı vardı. 4 ay boyunca yarın ölecekmiş gibi yaşamaya çalıştım, ama yaptıklarım hep geleceğe dair şeyler oldu sürekli, mesela ders bakımından çalışkan bir adam oldum birden. Hala anlam verebilmiş değilim veya o gün 3 ay vaktin kaldı deseydi hayatımda ne değişirdi bilmiyorum, tahminen hiç birşey. Ama bittikten sonra çok şey değişmeye başladı, yeniden gülümsemeye başladım, insanlarla diyaloğa girmeye. Şimdi hem o bakımdan, hem keyif açısından aşırı derecede yolunda herşey, ben şunu anladım, yarın ölecekmiş gibi yaşanmıyor, bugün diye birşey yok, gelecek bugünü yaşatıyor, geçmiş şekillendiriyor. Yarın öleceksen, bugün çoktan ölüsündür zaten....

        O yüzden hayaller kuruyorum, kendime evler çiziyorum kafamda, hayatı canlandırıyorum. Ben cidden geleceğimle mutluyum...

Cumartesi, Mayıs 06, 2006

Eskimiş

        Gittim kendime bir ayakkabı aldım, çok aramadım sadece bi tane beğendim ve aldım. Ben yeni ayakkabıları sevmem, eskiyene kadar bir bağ oluşmaz aramda! Diğer eşyalarım gibi. İlk aldığın gün ki gibi saklayabildiğin eşyalar bana hep itici gelmiştir.

        Kullanılmayan eşyalar, ya da sürekli temiz tutulanlar üstlerinde ne bir anı ne bir hikaye taşırlar oysa ki eskimiş olanlar. Eski Bordo bir Puma marka ayakkabım vardı, o kadar anı o kadar hikaye varki üstünde, ayakkabıcıdan tut, o ayağımdayken beraber zaman geçirdiğim insanlara kadar hepsinin hikayesi gizli onun üstünde ya da ondan sonra aldığım Nike, en çok sevdiğim kısmı üstündeki o iki damla boya izi. Gülşah’ın yeni odasının kapılarını boyarken üstüne damlamıştı, o gün ve o zamanlar, güzel anılar.... Eskimiş eşyalar o kadar anı barındırır ki üstünde silemeyeceğin. Bu bilgisayarda yazıyorum sürekli yazılarımı ve klavyenin eskidiğini gördükçe bütün o yazdıklarım gözümün önünden geçiyor, yazışmalar, sevgi sözcükleri ve kavgalar. Alındığında bu kadar anlamlı değildi sadece şımarıklığın getirdiği bir mutluluk vardı, gelecekte yüklenebilinecek anılar vardı üstünde.

        Bardak altlıkları, resim çerçeveleri vs. bunun gibi eşyaları hiç bir zaman sevemedim, ne yüklenebilinir ki onlara, bir kül tablasının çok daha fazla hikayesi vardır oysa ki... Basarsın düşürürsün, içindekiler dökülür veya paylaşamazsın, “kültablasını uzatsana” bunun gibi bir sürü şey yüklenir onlara bile. Çakmaklar, herkesin elinde dolaşır, uzun süre kullandığın her türlü çakmak milyarlarca lira ya eşit olur zamanla, zamanla o kadar artar ki bazı şeylerin değeri...

        Eskiden kalmış o Pumalar, Nikelar, eskiden kalan bir engineered, yeşil masa lambam, kırmızı müzik setim, cd kasası, çalışma masam, açılıp kapanan mor, yeşil, kırmızı sandalyeler ve yatağımın şiltesi (en güzel hikayeler onda ;) ) hiç birisinden kopamam, gerçi engineered gitti ama hepsi bi ayrı yer tutuyor hayatımda...

        Çocukken kırdığım oyuncakları saklamış olmayı isterdim, o zaman çocukluğumu daha iyi hatırlıyor olurdum... Aslında herşeyin anısı beynimizde saklı değil, sadece bir kısmı, gerisi eşyalara yüklü, onlar bizim için saklıyor.

Cuma, Mayıs 05, 2006

Kusmak

        Bişeyler yazmak istemiyorum artık, sadece ekranın üstüne kusmak istiyorum, “böööörg” diye bi anda, sonra “Publish this Post”a yıklamak istiyorum... Yorum yazan olmuyor gerçi siteye ama “yorum yaz” yerine tıklanacak yerde “üstüne bas” yazsın istiyorum...

Perşembe, Mayıs 04, 2006

Hoşlanmak, sevmek vs.

        Aslında farkında olmadan girmiş bir isim var aklıma, kabul etmek istemediğim. Olmayacak birşey ama vazgeçmek istemiyorum nedense, vazgeçemeyeceğim şey sadece ipin ucundan az da olsa tutabilmek durumu olsa da... İki gündür, o yazıyı yazdığımdan beri ruh, kalp, mantık oturmuşlar görüşmeler yapmaktalar, antlaşmaya varmaya çalışıyorlar. Mantık en son şunu söyledi “bunu rahatsız olmadan anlatabileceğin birisi girerse arkadaşın olarak senin hayatına, o zaman herşeyi bırak ve elinden geleni yap”. Bugün beni mutlu eden şey bu oldu, konuşabilecek bir insan, sürekli aklımda söylesem mi açsam mı derdimi düşüncesi... Gerçi şu bile korkutuyor beni, konuştuğum insanın “boşuna uğraşma” demesi, gerçi mantıkta bu ihtimal üzerine böyle bir şart koştu tahminen...

        Açık olamıyorum! Ne bunu okuyanlara ne kendime, ne de konuştuklarıma. Acaba açık olmaya başladığım da her şey yoluna girer mi demeye başladım sanki bütün zayıf noktalar benim bu kasıntım gibi gelmeye başladı....

Kırgın

        Vücut, kalp; bir kırgınlık var üstümde.... Vücut olarak artarsa atlatırım ama, kalp olayı kötü zaten depresifim....

Çarşamba, Mayıs 03, 2006

yalnız ve mutlu

        Şimdi evdeyim ve keyfim gayet yerinde! Yalnızlığa alıştıkça, daha da mutlu olmaya başlıycam yavaş yavaş ve yalnızken mutlu olduğum için, daha da yalnızlaşıcam yavaş yavaş... Ve kimseye ihtiyacım kalmayınca, insanlardan sadece rahatsızlık duyuyor olucam ve yavaş yavaş ölüme yaklaşıcam ve hayatımın ne kadar yalnız geçtiğini görücem ve yalnız ölücem...

        Sevinmeli miyim?

Görünmez adam

        Görünmez adamı oynamak rahatsızlık veriyor bana cidden... Ve artık rolüm bu anladım, istesem de istemesem de böyle devam etmeliyim....

        Bugün nefret ettim herşeyden, hayattan, arkadaşlıklardan, ilişkilerden...

Unutmak

        Bazen yalnız olmadığımı unutuyorum ve kendimi yine yalnızlığa doğru götürüyorum, alışmışım yalnız olmaya. Eğlenmek veya geyikler benim için artık durumu değiştirmiyor, kendimi boş hissediyorum ve aklıma bişeyler yapmak geliyor, işe yarar, yapmıyorum. Yaşamak aktivitesi bana göre bir olay değil sadece yaşıyorum, ekstra bişeyler eklemeden. Kendimi yine bıraktım yalnızlığa devam ediyorum kaldığım yerden, ait olmama hissi, hiç bir yer beni ben gibi hissettirmiyor artık. Belki de kaybettim ve bulamıyorum, bulamıycam da...

Salı, Mayıs 02, 2006

Ruh, kalp, mantık

        Ruh ister, kalp ister ama ona hep mantık karşı çıkar. Mantık bende çoktur ama işe yaramaz, sadece son sözü söyler, kalbin ve ruhun yaptırımlarını rayına oturtur, anlatabilecek duruma getirir. Bazı şeyler de mantık aranmaz denir ya, benim mantığım buna karşı, aranmak istiyo ne yapsın, zaten kararları o vermiyo, bi de aranmaz sorulmazsa o zaman hiç bir işe yaramayacak, neden karşı çıkmasınki bu teze. Hem hep de başarılı olmuştur, en ossuruktan şeyi bile bir mantık çerçevesine sokabilmiştir benim mantık. İyi adamdır, hoş adamdır ama bazen çok çekilmez oluyor. O zamanlar iyi ki ruh ve kalp varsınız diyorum.

        Bugünlerde “kız arkadaş”        olgusuna çok karşı mantık; ruh ve kalp aynı şeyi söyleyemeselerde saygı duyuyorlar, ara sıra kendi aralarında hak veriyorlar mantığa ama sıkılmış durumdalar, yani bişeyler istiyorlar ama bu sefer mantık çok geçerli sebeplerle çıktı karşılarına mantık, sadece “haklısın abi” diyip buruk bir şekilde köşelerine çekiliyorlar. Gerçi son 3-4 gündür ruh ve kalp bir araya gelmiş bi işler çeviriyorlar, hatta mantık da bunun farkında ama henüz emin olamadı galiba ne işler çevrildiğinden sadece tahmin yürütüyor, sonuçta mantık bu, iyi tahminleri olabiliyo ama emin olmadan konuşmayı sevmez mantıken... Bakalım kıkırdayıp duruyorlar bana bişeyler yaptırmaya çalışıyorlar, hadi hayırlısı diyorum; mantık da aynen sadece hadi hayırlısı diyor...

        Mesela bugün, ruh ve kalp bana bişeyler yaptırdılar, mantık başka şeylerle meşguldü, sonra mutlu oldular ve bana göz kırpıp “sakın mantığa söleme, olur mu?” dediler. Ah şu kalple ruh yok mu bende, ah keratalar ah, iyi güzel zamanlar geçti şimdiye kadar ama bak işte hala aynı yerdeyim onların mantıkla anlaşamamaları yüzünden... Neyse ben memnunum hepsinden

Resimlerde bulunma sıralaması :)

        1.        Meriç         135
        2.        Didem         119
        3.        Gözde         110
        4.        Onur         105
        5.        Çisem         88
        6.        Berkem         82
        7.        Efe                 76
        8.        Melis         75
        9.        Nihan         75
        10.        Burak         59
        11.        Özgür         47
        12.        Arda         46
        13.        Gizem         38
        14.        Sarp         32

*Kastım ayırdım!!! Manyak mıyım neyim?

...severim -1-

        Parfümü kendim için sıkmayı severim (genelde bileğime sıkarım)
        Az pişmiş bonfileden ilk lokmayı aldığımda, ağzımda, yavaş yavaş et çiğnemenin verdiği o vahşiliği hissetmeyi severim.
        Çikolatanın ağzımda erimesini, şekeri de çiğneyerek yemeyi severim.
        E-mule ve çamaşır makinesi izlemeye bayılırım.
        Uzun yolculukları severim. Ya kalabalık olmalı, yada kendi arabamla tek başıma.
        Sabunluk temizlemeyi severim. O kurumuş sabunu tırnağımla kazımayı severim.
        Uzun süre arabayı yıkamadan bırakıp, yıkandığında yeni almışım gibi hissetmeyi seviyorum.
        Şişe gazozu açarken normal bir şekilde açarım ama sanki çok bi iş yapmış gibi hissetmeyi, davranmayı severim yani şişe açmayı (normal bir açacakla) severim.
        Yüzde falı bakmayı severim.
        Çok labneli tiramisudan bir lokma alıp uzun süre bişey yemeden durmayı. (hepsi bayıyo)
        İnsanların ilişkilerini dinlemeyi severim.
        Kolleksiyon yapmayı severim. Kolleksiyonunu yaptığım yada yapmaya çalıştığım şeyleri dağıtıp sonradan yine düzenlemeyi severim.
        Pc’me format atmayı severim.
        Yazı yazmayı, fotoğraf çekmeyi severim.
        Kendime, ev çizmeyi severim. (İçinde yaşamak isteyeceğim)
        Güzel bir sohbet, yanında kahve sigara, yada çay sigara...
        Gecenin 3ünde 5inde tartışmayı (2kişilik) veya sohbet etmeyi (3veya daha çok kişi) severim. 20 kere iyi geceler dileyip, sonra bişeylerden daha konu açmayı severim.

Pazartesi, Mayıs 01, 2006

Sanat Tarihi

        İstanbul gezisi sonrası en önemli dersimizdi! Didem ile Gözde dersten yarım saat önceden oradaydı zaten... Sonra elimizden geldiğince beraberdik istanbul ekürisiyle, keyifliydi... Geziler ne garip zamanlar, ya da tatiller...

Her ne kadar

        Her ne kadar eleştirdiğim şeyler de olsa, her ne kadar şikayetlendiğim şeyler de olsa, her ne kadar yalnız hissettiğim zamanlar da olsa, eğlendim, keyif aldım bu geziden. Şimdi aşşağıda ki resmlere baktığımda çok bariz görüyorum bunu... Şimdi bunun değerini bilmek lazım... Ama farkediyorum ki burası hakikaten Eskişehir değil, cılkı çıkmış bir özgürlük anlayışı yok bu insanlarda, bu yüzden geçmişte yaşadıklarımı yaşamıycam, artık korkuları rafa kaldırma zamanı geldi...

        Bugün telefonuma mesaj geldiğinde çok sevindim, cidden mutlu oldum. Bu bişey göstermiş oldu bana, İstanbul’da düşündüğüm şeylerin gerçekliğini, yani benim kendi kabuğumda olmam insanları uzak tutmamla alakalıydı bunların hepsi, okuların verdiği, yaşadıklarımın ördüğü bir duvardan kaynaklanıyordu hepsi.

        Bundan sonra tam olarak ne yapacağımı bilmiyorum belki ama çok büyük bir adım attım galiba bugün, bundan sonra nasıl olması gerektiğini biliyorum, ne kadar çok insanın güveni hakettiğini anlıyorum, geçmişin acısını yenilerden çıkartamayacağımı görüyorum. Dediğim gibi nasıl yapacağımı bilmesem de, ne yapacağımı artık biliyorum; umarım doğru bir şekilde yaparım...

        Mesaj için teşekkür ederim :)

Gizli Özne

Sürekli dönüp dönüp onun yazdıklarını okuyorum. Facebook'ta onun resimlerine bakıp duruyorum, beraber yazışmalarımızı yeniden yeniden...