Cumartesi, Aralık 23, 2006

Tasarım

        Kusura bakmayın gözükmüyorum ortalıkta. Son zamanlarda prototip filan derken yoğun bir zaman geçirmekteyim, bugün de yapılacak şeyler vardı ama kendime ayırdım bugünü çünkü artık yapmam gerekenlerin aciliyeti yok gibi ve insan ister istemez bi dinlenme arasına ihtiyaç duyuyor; umarım yaptığım iyi bişeydir.

        Mesleğimi her gün daha çok sevmeye başladım ama para korkusu basmaya başladı son zamanlarda. Yazın yarışmalara katılmak istedim ama yetersiz hissettim kendimi ve katılmadım, ama hergün daha bir hazır hissediyorum kendimi, son sınıflarda artık ne yaptığımı çok iyi biliyor olacağım ve sürekli bir çalışma içinde olacağım, okul bittiğinde ise okulun verdiği projeler yerine yeni yarışmalara katılarak askerlik zamanına kadar elimden geleni yapıcam. Tahminen yoğunluğa alışmaya başladım, zamanım yine boş geçiyor diyebileceğim şeklinde gidiyor, çünkü yaptıklarım geçmişte yapmadığım, boş geçirdiğim zamanın yerini doldurmuyor... Zamanla çok daha iyi bir yerde, çok iyi bir şekilde olacağım...

        Evet tam değil ama mutluyum...

Cumartesi, Aralık 02, 2006

Yabancı

        Evimdeyim tek başıma bilgisayar ekranın başında, kendimle hiç kimseyi ummadan zaman geçiriyorum, arka fonda Elgar Çello konçerto eski günlerde ki gibi, ama bu sefer DuPre’den güzel çalan ellerin sahibine yazmıyorum yazılarımı, o tamamen çıktı kalbimden. Artık beni, olmayacak gerçekler, açılamayan muhabbetler, yaşanamayan saatler ağlatıyor. Bazen tek başımayken yalnızlığıma, bazen kalabalıkta yalnızlığa ağlıyorum hüngür hüngür, duyulmuyor sesim ama ağlıyorum kendimle baş başa. Hergün biraz daha ağlıyor, biraz daha güçleniyorum ve bir o kadar yalnızlığa daha fazla alışıyorum. Artık beklemiyorum hayatımdan birer parça daha kopararak hayatımdan çıkacak insanların hayatıma girmesini, elimdekine, kendime bakıyorum.

        Kelimelerin sadece klavye tuşlarında, aşkın sadece avatar resimlerinde, hayatın dosyalar içinde olduğu bir hayatı yaşıyorum. Zaman zaman anlamsız gülüyor, odamda aynanın karşısında kendimle dans ediyorum, konuşmuyorum yanımda birisi olsa da, onu veya onları taklit ediyorum, çünkü ben sadece benleyken benim, diğer insanlarda görünmez adamı oynuyorum, yavaş yavaş görünmez adam ben oluyorum. Artık kahkahalar atılırken ismim yok arada, sadece “o çocuk” var!

        Özgür doğdum, Özgür oldum hep, kimseye hesap vermeden özgürlüğümü, yalnızlığımı yaşıyorum, bu yolu ben seçtim, ismimin anlamını öğrendiğimde ve şimdi hayata anlam katmaya çalışmıyorum, hayatı paylaşmıyorum, sadece devam ediyorum, sadece hayata bir fazlalık katıyorum, belki de her insanın yaptığı gibi. Devam ediyorum, biteceği yere kadar...

        ...Ve yavaş yavaş kendime yabancılaşıyorum, insanlara yabancılaştığım kadar.

        Teker teker dökülüyor kelimeler ellerimden, nereye gittikleri belirsiz, hayatımda ki saniyeler gibi anlamsızca ve gelişigüzel. Olması gerektiği gibi, teker teker, aynı. Sakinliyor bazen içimdekiler ve daha fazla yok oluyorum, çünkü hissiz, fırtınasız değişmiyor, anlam katmıyor; bir yere varamıyorum...

Perşembe, Kasım 23, 2006

Düzenleme

Hiç yazasım yok, bugün girdim şöle bi kendi siteme, bu hikayenin sıralaması garip geldi bende bari onu düzeltiyim dedim...
bilinmeyen birisinin comment olarak yazdığı hikayenin düzenlenmişi...

Bi hikaye anlatacağım,sıradan basit bi hikaye. Ben yaşamışım gibi, ama hikaye bana ait değil, çok yakınımdaki birine, birilerine ait. Öylesine bi hikaye, belkide birçok kişinin geçmiş torbasında,tam olmasada, buna benzer bi hikaye vardır.

Yıllar önce üniversite de okurken arkadaş grubunun içinde bir arkadaşım vardı. Benden yaşça epey büyüktü. kısa bir evlilik geçirmiş, kendini aldatan eşinden ayrılmış ve yeniden okula başlamıştı. 2nci fakülteyi okuyordu. Aynı zamanda da dil dersleri ve müzik dersleri veriyor harçlığını çıkarıyordu. Annesi ve babası yoktu. Ninesi ve dedesi tarafından yetiştirilmişti. Dedesi diplomatmış. Mükemmel bir eğitim almıştı. Kolej mezunuydu, 3 dil biliyordu, piyano ve gitar çalıyor, çok güzel resimler çiziyor, ata biniyor,yüzücü,folklorcu vs vs. Çirkince, berbat giyinen, ama çok sevimli, cana yakın bir kızdı. Başka bir şehirde çalışan bir erkek arkadaşı vardı, ona aşıktı.
Ben de çok sevdiğim kız tarafından aldatılmış terkedilmiştim ve kızlardan uzak durmaya çalışıyordum. Yeniden hayal kırıklığına uğramaktan korkuyordum. Aşka inanıyordum, halen inanıyorum ama o zaman farklı algılıyordum aşkı. Bir gün aşık olacağım çok güzel bir kız çıkacaktı karşıma, görür görmez büyüleneceğiz, karşılıklı elektrik alacağız, muhteşem bir birliktelik yaşanacak sonra belki evlilik falan filan, standart beklentiler.
Benim annem ve babam ben küçük yaştayken ayrılmışlardı. aralarında epey bir kültür farkı vardı. Babam kırsal kesim insanıydı. Oldukça varlıklı sayılırdı ama biraz kaba saba bir kişiliğe sahipti. Annem ise ince bir kültüre sahip ama çok varlıklı olmayan bir aileden geliyordu. Gerçi evlendiklerinde ikisinin de ailesi eşdeğer durumdaymış, babam hırslı bir insan olduğundan kısa sürede zengin olmuş sonrada annemi güzel olmadığı için beğenmemeye başlamış. Kaçamaklar artınca annem de boşanmış. Gururlu kadındı annem, nafaka talep etmemişti, küçük bir iş bulup kendi yağıyla kavrulmayı tercih etmişti. Ben babamın yanında büyüdüm sonrada okumak için başka bir şehire geldim. Evlilik, aşk konusuna bakışım babamın ve ailesinin etkisinde gelişti, kızlara bakışım da denebilir doğal olarak.
Biz gruptaki single 2 ayrı kişi olarak birşeyleri paylaşıyorduk. İyi anlaşıyorduk, beraber ders çalışıyor, gezilere beraber katılıyorduk. Bir süre sonra benim ev arkadaşlarımdan biri ayrıldı, o da ev arıyordu, bizim eve taşındı.Erkek arkadaşı bunu öğrenince sorun çıkardı, anlatmaya çalışmamıza rağmen anlamamakta direndi.Biz onu sevdiğimiz bir ablamız olarak görüyorduk. Ama o kıskançlık kavgaları felan. Ben doğal olarak kızın ev değiştireceğini düşünüyordum ve üzülmüştüm, çünki alışmıştım onun varlığının işleri kolaylaştırmasına. Benim düşündüğüm gibi olmadı, ayrıldılar. Çok üzülmüştü, aylarca onu teselli etmek için yapmadığım şey kalmamıştı, ama o unutamıyordu. Madem bu kadar üzülecekti evden gitmesi gerektiğini, neden inat ettiğini anlamadığımı sordum bir gün. Aşktan daha önemli şey dostluktur dedi, ben burada çok mutluyum ne kadar üzülsemde geçecek nasılsa, ama dostlarımdan uzaklaşırsam üzüntüler geçmeyecek. İlerde de yürümeyecekmiş demekki bu ilişki, çünki bana güvenmiyormuş. Zaman içinde üzüntüsü hafifledi sonra unuttu gitti.
Biz 4 arkadaş okul bitene kadar aynı evi paylaştık. Ne onun ciddi bir arkadaşı oldu nede benim. Ben aşkı kafama takıyordum, o ise aramıyordu bile. Ben onun da eski arkadaşını unutamadığını düşünüyordum. İkimizde yalnız değildik, arkadaşlığımız bizi yalnızlıktan koruyordu. Sonunda okul bitti, o dönmek istedi. Kalmasını söyledim ama yaşlıları yalnız bırakmamalıyım dedi, memleketine döndü.
Ben askere gittim geldim sonrada çalışma hayatı başladı. Birgün arkadaşım telefon etti, ninesini ve dedesini kaybettiğini, iş aradığını, benim yaşadığım şehirde şansını denemek istediğini,iş bulana kadar yanımda kalıp kalamıyacağını sordu. Çok sevinmiştim, çok özlemiştim. Hemen gel dedim. Geldi, yine 4 lü grubu kurmuştuk.
O yıl içinde diğer arkadaşlar evlenerek kendi evlerine taşındılar. Ev ikimize kalmıştı.O yavaş yavaş evi döşemeye başladı, zevklerimiz çok uyuşuyordu, eski eşyalar yenilendi, sonra birgün yatak odası için çift kişilik bir takım aldı, onun odasına sığmadı benim odama koyduk ve sanki doğal birşeymiş gibi aynı yatağı paylaşmaya başladık.
Çok iyi anlaşıyorduk, akıllı bir kızdı, becerikli ve sosyal bir kızde zaten. Birbirimizi tamalayan mesleklere sahiptik, bir süre sonra işimizden ayrılıp bir şirket kurduk ve birlikte çalışmaya başladık.Önceleri çok sıkıntı çektik ama sonra işler yoluna girmeye başladı. Yavaş yavaş şirketin durumu düzeldi. Para kazanmaya başladık.
Başlangıçta ikimizde ilişkimizi gizli tutuyorduk. Ben, benden büyük olmasından ve çirkince olmasından dolayı biraz utanıyordum çünki. Çok sevdiğim bir insan olmasına rağmen kendime layık bulmuyordum. Ben halen ilerde(kendime layık) birine aşık olacağımı ve onunla evleneceğimi düşünüyordum ve bunu da gizlemiyordum. Onunda benimle aynı düşünceyi paylaştığını sanıyordum. Karşıma biçok kişi çıktı ama aşık olmuyordum. Bir süre çıktıktan sonra birşekilde bitiyordu. O ise bu konuda hiçbir yorum yapmıyordu.
Bir zaman sonra bizim aynı odayı paylaştığımızı yakın çevremizde herkes bir vesile ile öğrendi. Zaman içinde de siz neden evlenmiyorsunuz soruları sık sık sorulmaya başlandı doğal olarak. Evde herşey mükemmeldi gerçekten, benim aşık olma saplantımın dışında.
Bir süre sonra kavgalar başladı, o neyi beklediğimi öğrenmek istiyordu, açıklamaya çalışıyordum birbirimize uygun değiliz diyordum , aşk yok aramızda diyordum, anlayamıyordu. Aşk bunca şeyden dahamı önemli diyordu, üzülüyordu, üzmemeye çalışıyordum ama aklımda olan şey değişmiyordu. Gizli gizli kızlarla buluşuyordum, aşık olacağımı , kendime uygun bir kızla evlenmem gerektiğini düşünüyordum. 6 yıl böyle geçti. Fikrimin değişeceğini umuyordu. Sonunda bir gün ev aradığını söyledi, ona bu evi düzenlemek için çok uğraştığını neden bırakıp gitmek istediğini sordum, aslında ben halimden memnundum onun neden sorun çıkardığını anlayamıyordum. Hayatında birisimi var dedim hayr dedi. Birgün karşına aşık olacağın biri çıkarsa evlenirsin, ya da ben aşık olur evlenirim, kendime bir ev tutar giderim dedim. O gün bu gün öyleyse dedi, gitmeni istiyorum. Ben onun, ben istediğim sürece yanımda olacağını sanıyordum tabii çok hayal kırıklığına uğramıştım. Ne denli bencilce davrandığımın farkında bile değildim. Kızdım ve evi terkettim. Daha sonraki günlerde bana şirketin hisselerini devredip ayrılmak istediğini söyledi,hemen kabul ettim. Yok pahasına sattı hisseleri bana. Tam 10 yıllık beraberliği, dostluğu arkadaşlığı silip atmıştı. Çok öfkeliydim birdaha aramadım bile.
Annemin yanına yerleştim. Evimi özlüyordum, onunla yaptığımız yürüyüşleri özlüyordum, sabaha kadar süren sohbetlerimizi, yaptığı yemekleri, akıllı ukalalıklarını. Ama biryandan da birlikteliğimiz konusundaki kavgalardan ve baskılardan kurtulduğuma seviniyordum. En önemlisi şirketteki boşluğunu dolduramıyordum. Çok çalışıyordum, çalışmaktan kendime vakit ayıramaz olmuştum. İşler de yolunda gitmemeye başlamıştı. O varken ne kolaydı halbuki herşey. Ama bunu onun yokluğuna yormuyordum, piyasa değişti diyordum, zarar edeceğimizi farketti ve o nedenle kaçtı diyordum. Hisseleri bana sattı kar etti ben zarar ettim diyordum. Çok öfkeleniyordum.
Annem neden evlenmediğimizi, ayrıldığımızı sorduğunda ise sizin evliliğiniz gibi bir evlilik istemiyorum diyordum. Boşanmak istemiyorum. Çocuklarımı sizin gibi yetiştirmek istemiyorum diyordum. eşit bir evlilik istiyorum diyordum. Annem bana çok kızıyordu, o severdi çünki arkadaşımı, ince, zarif, kültürlü akıllı ve bana uygun bulurdu. Babam ise beni onaylıyordu, haklısın diyordu. Yanına yakışmıyor du, senden büyük olduğu her halinden belli birde çirkin, üstelik başından bir evlilik geçmiş.
Aradan 2 yıla yakın bir zaman geçti. Ben aradığım kişiye halen rastlamamıştım. Yaşım geçmeye başlamıştı ama her karşılaştığım kişinin mutlaka bir kusuru vardı olmuyordu. Günlük ilişkiler içinde kendimi çok yalnız hissediyordum. Şirkette boğuluyordum çok yalnızdım.
Birgün bir arkadaş toplantısında onunla karşılaştık. Yanında sevgilisi vardı, benim evimde onunla yaşıyordu, demek beni o nedenle kovmuştu. Çok öfkelenmiştim. O gece sabaha kadar, onunla ne kadar güzel birşeyleri paylaşmış olduğumuzu düşündüm. Bütün bunları başkası ile paylaşıyor olduğunu düşündükçe hazmedemiyordum, öfkemden kuduruyordum. Ona aşıkmı diye düşünüyordum. orospu diyordum içimden, benden kurtulur kurtulmaz buldu birini. beni kullandı diye düşünüyordum.....

--------------------------

Bu hikayeyi birde kızın ağzından anlatalım isterseniz, hikayenin diğer kahramanı o olduğuna göre Türk filmleri gibi bi hikaye.....

Ben doğudaki bir köyde doğmuşum, ben birbuçuk yaşlarıdayken annem ve babam kan davası nedeniyle öldürülmüş. Beni bu davadan kurtarmak için büyükşehirde kapıcı olarak çalışan uzak bir akrabanın yanına göndermişler. Yengem aparmanda yaşayanların evlerine temizliğe gidermiş, giderkende beni yanına alırmış. Apartmanda yaşayan yaşlı bir çift varmış. yaşlı amca diplomatmış, bu çift yakın bir zaman önce oğlu, gelini ve torununu trafik kazasında kaybetmişler. Ben çok sevimli bıcır bıcır yarım yamalak konuşan , onları çok eğlendiren bir bebekmişim. Kaybettikleri torunlarının yerine koymuşlar beni.Bir süre sonra Diplomat amcanın yurtdışı görev dönemi gelmiş, Bu arada kandavsı nedeniyle benimde bulunup öldürülebileceğimden korkan akrabalarım bir çare aramaktaymış. Bu yaşlı çift yurt dışına giderken benide yanlarında götürmeyi önerdiklerinde hiç tereddüt etmemişler. daha sonrada izimin bulunmaması için beni evlat edinmişler ve adımı değiştirmişler. Ben dede ve nine dediğim bu yaşlı çift ile büyüdüm. Bana bütün sevgilerini verdiler, ben onlar için hem evlat hem torundum. Tek varlıklarıydım. Benim ailem onlardı. Çok iyi bir eğitim aldım, ne istersem yapıldı. Bende akıllı bir çocuktum herşeyin hakkını vermeye çalıştım. Çünki bu bana verilenler, benim için, haketmediğim bir piyangoydu aslında.
Üniversitede öğrenciyken bir delikanlı ile tanıştım, çılgınca aşık oldum. Ben okulu bitirdiğimde o hala öğrenciydi. Ailemin bütün karşı çıkmalarına rağmen evlendik. Çok gençtik, eşim çok sorumsuz biriydi, kendine bile hayrı yoktu. Bunu anladığımda , ki kısa bir sürede birbirimize göre olmadığımızı anlamıştık, nekadar aşık olsamda ayrılmaya karar verdim, boşandık. O yıl yeniden üniversite sınavına girdim, okumayı çok istediğim bir bölümü kazanınca da yeniden okula başladım. Dedem emekli olmuştu eskisi gibi bütçeleri benim masraflarıma yeterli değildi. Hem çalışıp hem okumak o kadarda zor değildi,ders veriyordum, zaman içinde bayağı iyi kazanır olmuştum, hatta zaman zaman aileme para bile gönderebilmeye başlamıştım. Bu arada eski üniversitedeki arkadaşlarımdan biriyle karşılaştık. Bir süre çıktıktan sonra birbirimizden hoşlandığımızı farkettik. Zaman içinde bu beraberlik aşka dönüşmeye başlamıştıki o başka şehire tayin oldu.

Okulda bir arkadaş grubumuz vardı, tabii hepsi benden epey küçüktü, beni abla olarak çok seviyor ve sayıyorlardı. Ben kendime bir ev arıyordum, arkadaşlardan biri bana boşalan bir oda var dedi, ama diğer odalardaki arkadaşların hepsi erkek, rahatsız olmazsan hemen verebiliriz, evsahibi derdi de yok çünki ev bana ait. Babam üniversiteyi kazanınca almıştı. Çok sevdiğim cana yakın bir çocuktu, ne rahatsız olacağım dedim ben sizin ablanız sayılırım, hemen taşındım.

Çok keyifli bir dönem başlamıştı, çok iyi anlaşıyorduk,bana evi öneren arkadaşım ile daha yakındık, çok doğal bir anlaşma vardı aramızda. Ev işleri konusunda ben hatun olmanın getirdiği bir kolaylığa sahiptim, çamaşrlarına, ütülerine, temizliğe yardım ediyordum, arada annelerini özlediklerinde onlara güzel yemekler pişiriyordum, gül gibi geçinip gidiyorduk kısacası.

Birgün erkek arkadaşım beni görmeye geldi, benim 3 delikanlı ile aynı evi paylaşmamdan rahatsız oldu. İkna etmeye çalıştım , onlar benim kardeşim yaşında insanlar dedim ama ikna edemedim. Bu paylaşımı sapıkça bir düzen olarak yorumlayınca bende film koptu. Kavga ettik. Kavgalarımız o döndükten sonra da telefonlarda devam etti. Birbirimizi hiç anlamamıştık demekki. Onu çok seviyordum ama, mantığını kabul edemiyordum. Kabul edemediğim bir mantığa uymayı da reddediyordum. Sonunda benimle olmak istemediğini yazdığı bir mektup yollayarak beni terketti.

Çok üzülmüştüm. Evdeki arkadaşlarda çok üzülmüştü. İçlerinden biri en yakın olduğum arkadaşım beni teselli edebilmek için hiç yanımdan ayrılmaz olmuştu. O da bir süre önce sevgilisi tarafından terkedilmişti ve beni çok iyi anlıyordu. Bana çiçekler alıyor , gezmelere götürüyor, eğlendirmek için şaklabanlık bile yapıyordu. Bir süre sonra ayrılmaz bir ikili olmuştuk. O kadar iyi anlaşıyordukki sanki benim beynimi okuyordu.

Sonunda okul bitti. Ben yavaş yavaş kalıcı bir iş aramaya başlamıştım. Birgün eve dönerken onu bir kızla sarmaş dolaş halde gördüm, o güne kadar benimde, onunda çıktığımız kişiler olmuştu ama birbirimizin arkadaşlarıyla hiç karşılaşmamıştık, ve ben onu çok kıskandığımı farkettim, aslında ona olan duygularımın dostluktan çok çok daha öteye gitmiş olduğunu farkettim. eve döndüm , kendimden çok utanıyordum, o benden yaş olarak çok küçüktü. Bunca sene abla , kardeş ilişkisi içinde gitmişti herşey. Ertesi gün bizim yaşlıarı bahane ederek memlekete döneceğimi söyledim, kalmam için çok dil dökmesine rağmen , kendime güvenemediğim için dönmek kararımdan vaz geçemedim. Beni İstasyona bıraktı.
Yol boyunca ağladım. daha öncede aşık olmuştum ama bu bambaşkaydı, çok daha derinde ve bana göre imkansız bir aşktı.

Eve döndüğüme bizim yaşlılar çok sevindiler, ninem epey hastaydı zaten, iyi bir karar vermiştim. Günlerim nineme bakmakla geçiyordu. Keyfim yerine gelmişti. Ama beni derinlerde rahatsız eden birşeyler vardı , dedem bunu farketmekte gecikmedi ve bir diplomatın ustaca sorularıyla benim kendimden bile sakladığım tüm gerçeği ortaya dökmemi sağladı. Ben biraz olsun rahatlamıştım. Bu arada ninemi kaybettik. Dedemle kalmıştık iki başımıza. Bir süra sonra ninemin yokluğuna dayanamayan dedem hastalandı. Ben başında bekliyordum,dua ediyordum, bu dünyada yapayalnız kalacaktım ninemden sonra o, buna henüz hazır değildim. bir gece ellerimi tuttu ve dediki ne olursa olsun kaderini değiştirmek için elinden geleni yapmalısın, mücadele et, kendin için, ama kaderini değiştiremiyorsan eğer kabul et ve elindekiyle yetin. Hayatın güzellikleri elindekinin değerini bilen, kaderini değiştirmek için mücadele eden insanlar içindir. Sen kendine saygı duyuyorsan yaptığın ve yaşadığın herşeye toplum saygı duyar. Utandığın, savunamayacağın birşeyi yapma asla, ama yaptığın şeyden de utanma hiçbir zaman. Kaderden kaçmak, pişmanlıktan ve keşkelerden başka birşey taşımaz hayatına, kader mücadele etmektir. Eğer biz sen küçükken senin kaderin için mücadele etmeseydik sen belkide şimdi yoktun.
Birkaç gün sonra dedemide kaybettim. Yapayalnız kalmıştım. Bana, yıllar önce ölümleriyle kocaman bir gelecek hediye eden ailem, bana ailemin yokluğunu hiç hissettirmeyen, herşeyimi borçlu olduğum ailem, ninem dedem. Hayat tuhaflıklarkla doluydu, sabretmesini, almasını bilen insan için son derece cömert hayat aslında. Hiçbirşey tesadüf değildi belkide bu hayatta.
Birkaç gün sonra onu aradım, ninemi dedemi kaybettiğimi ve oraya gelmek istediğimi beni evine yeniden kabul edip edemeyeceğini sordum. Coşku dolu bir sesle "seni çok özledim , hemen gel" dedi. Mücadele edecektim, karar vermiştim. Bunu nasıl yapacaktım bilmiyordum ama bir yolu olmalıydı.

Heyecandan yol uzadıda uzadı, istasyona kocaman bir çiçek buketiyle beni karşılamaya gelmişti, birbirimize sıkıca sarıldık, çok özlemiştik. Bütün gece eski öğrencilik hikayeleri anlattık durduk, bu hikayelere onların askerlik hikayeleride eklenmişti, sabaha kadar kıkırdadık durduk. Yine grubumuz bir araya gelmişti, çok keyifliydik. Ben çok mutluydum çünki o yanımdaydı, herşeye rağmen yanındaydım.

Diğerleri nişanlanmışlardı, kısa bir süre sonra evlenen gitti. Biz ikimiz kalmıştık. Ben ne yapmam gerektiğini bilemiyordum, sonra yavaş yavaş duruma alışmaya başladım. Burası benim evim olmuştu yıllardır burada oturuyordum ev gidenlerin ardından berbat bir durumdaydı. Artık öğrenci evi değildi, çalışıyorduk kazanıyorduk. Evi toparlamaya başladık her geçen gün sevimli bir ev olmaya başladı , arkadaşlarımızı davet ediyorduk, sofralar hazırlıyorduk, partiler yapıyorduk. Ben ek olarak ders vermeye de başlamıştım , para biriktiriyordum. Kendi işimi kurmak istiyordum. Bu arada ortak şeyler almaya başlamıştık, mesela araba gibi. Herşeyi paylaşıyorduk. Birtek benim duygularım dışında, herşeyi konuşabiliyorduk. Ben se bekliyordum neyi beklediğimi bilmeden. Ama mutluydum buradaydım, yanındaydım. O arada sırada yok oluyordu, biliyordum hayatında yeni biri var, sormamayı tercih ediyordum, korkuyordum, korkuyordum ama bekliyordum yine de sessizce.

Bigün yatak odamı değiştirmeye karar verdim, beraber bir takım beğenmeye çıktık çarşıya.Evlenecek çift oyunu oynuyorduk dalga geçiyorduk kendi halimizde. Ben beğeniyordum bir takım, o beğenemiyordu bir türlü, sanki kendi için seçiyordu, orası rahat değil burası rahat değil ben rahat edemem felan iyice havaya girmişti. Sonunda bir takım beğendik satın aldık. Birkaç gün sonra eve göndereceklerdi.

Ertesi gün annesi geldi oğlunu görmeye, birkaç günlüğüne bizde kalacaktı. O işten geç gelecekti, biz hatun hatuna kaynatmaya başladık. Ben yatak odası ile ilgili hikayeyi anlattım gülerek, havaya girdi felan dedim. Annesi ciddileşti ve dediki oğlum sana aşık fakat bunun kendi farkında değil, kafası karışık çünki, kendince olması gerekenin o kadar peşindeki o kadar şartlamışki kendini, olanı biteni göremiyor. Birinin onu uyandırması lazım ama nasıl bunu bende bilmiyorum. Benim sözlerime rağbet etmez, çünki benim onu terkedip gittiğimi düşünüyor, onu sevmediğimi ilgilenmediğimi mutluluğunun umurumda olmadığını düşünüyor ve en önemlsi yaşlı olduğum için bazı duyguları çözemeyeceğimi anlayamayacağımı düşünüyor. Malum kuşak çatışması. O benimle duygusal bağlantısını kopardı ne yazıkki. bu tür konularda benimle konuşmak bile istemiyor. Ona anlatmaya çalışıyorum aşk ısmarlama olmaz diye ama anlamıyor. Ayrıca aşk herşeyin ilacı değil, biz babasıyla evlendiğimizde aşıktık birbirimize ama sonra aşk bitti ve yerine koyacak birşey kalmadı, meğer paylaştığımız hiçbirşey yokmuş. Aşk bitince herşey bitti. Paylaşılacak başka birşey olmadığında da aşk çabuk tükeniyor zaten. Biz et-but üstüne bi aşk yaşadık babasıyla, ben güzel ve diri bedenden başka hiçbirşey ifade etmiyordum babası için, çocuklardan sonra vücut yıpranıyor haliyle, ekonomik durum müsait olmayınca hayallerde kalıyor ama ekonomik durum düzgün olunca başlıyor erkekler daha genç daha diri bedenler aramaya. Paylaştığımız birşey yokmuşki onu tutan, benim için ak olan onun için kara, onun için ak olan benim için kara. Ama siz öyle değisiniz çok güzel paylaşımınız var heşeyinizi paylaşıyorsunuz, gıpta ile izliyorum ve çok mutlu oluyorum sizi gördükçe. Tek eksiğiniz aşk sizin, keşke benim akılsız oğlum görse gerçeği. Senden ricam bozmayın bu büyüyü. Kaçırmayın fırsatı.

Birkaç gün kaldı ve gitti, ben ne yapmam gerektiğini düşünüyordum bu büyüyü bozmaktan onu kaybetmekten korkuyordum, susmaktan başka çare bulamıyordum.Ertesi gün bizim meşhur takım geldi, benim odama sığmayınca o kendi odasına konmasını teklif etti, odayı yerleştirdik beraberce, düğün yatağı yapıyorum diye dalga geçe geçe hazırladık, sonra yorulduk birar kadeh birşeyler alıp yatağa oturduk, hayaller kurmaya başladık. Onunmu beni, benimmi onu cesaretlendiğini hatırlayamıyorum ama o gece aynı yatağı paylaştık. o ilk ve son olmadı, ilk oldu. Ben hayatımın en mutlu günlerini yaşıyordum, ama onun bana olan duygularını bilemiyordum , onun için anlamımın ne olduğunu, sorgulamıyordum da. İkimizde biraz utanıyorduk ve gizli tutuyorduk bu konuyu ve bu gizli tutma şekli beni rahatsız ediyordu, hatta çok üzüyordu. Kimseden saklayacağım bir şey yoktu benim olmamalıydı da. Kendimi savunabilirdim çünki onu seviyordum, çok seviyordum. Ama o....? Bu konuyu zamana bırakmak en iyisiydi herhalde.

Bir süra sonra işimden ayrıldım artık kendi işimin sahibi olmalıydım. Uygun bir yer aramaya başladık, o neden bende ayrılmıyorum dedi, biz mükemmel ortak oluruz, beraber başaramayacağımız şey yok, elimizdeki kısıtlı parayla ne yapabileceğimizi planladık kendi şirketimizi kurduk. zaman içinde işler oturmaya başladı. Para sıkıntımız kalmadı. Hiçbir eksiğimiz kalmamıştı sanki. İçimde çocuk sahibi olma özlemi başlamıştı, ufak ufak kıpırtılar duyuyordum. Yaşımda geçiyordu çocuk sahibi olmak istiyordum ama bunu nasıl söyleyeceğimi bilmiyordum. daha onun duygularını bile bilmiyordum, bende duygularımı açmamıştım ona hiç seni seviyorum dememiştim. Öylesine yaşayıp gidiyorduk, yakın arkadaşlarımız artık öğrenmişlerdi bu birlikteliği ve herkes tarafından sessizce onaylanıyordu, herkes bizi birlikte anar olmuştu. Ama o hep rahatsızlık duyordu bu konunun bilinmesinden. Herkese iş ortağım olarak tanıtıyordu beni ama o kadar. Zaman zaman kaçamaklar yaptığına da şahit oluyordum ama ne sıfatla karşı çıkacaktim ki... Cesaret edip seni seviyorum bile diyememiştim bunca zaman. Ben kimdim, neydim, onun için ne anlamım vardı, aptalca birşey yapıyordum sanki.

Birgün arkadaşlarımızdan birine açtım konuyu biraz dertleştik. Birkaç gün sonra akşam yemeğine arkadaşlarımızı çağırmıştık, kalabalık bir gruptuk, çoluk çocuk sahibiydi çoğu, hep beraberdik bizdeydik. Arkadaşlaradan biri sohbetin ilerleyen saatlerinde siz evlenmek için ne bekliyorsunuz diye soruverdi, ve ortalık birden soğudu buz gibi bir sesle bana döndü ve bu da nereden çıktı diye sordu. İçimde birşeyler kırılıverdi.

O gece ilk kavgamızı yaptık, sonraki günler, sık sık kavga eder olduk. Bana sana aşık değilim dedi, aynı evi paylaşıyoruz birbirimizi seviyoruz elbette ama evlilik ve çocuk sahibi olamayız biz. Aşk çokmu önemli demiştim bunca şeyi yanında, elbette dedi insanlar birbirlerine uygun olmalı, uygunluk olunca aşk da olur, gibi şeyler söylüyordu, anlayamıyordum. Nasıl olmuştu da bu kadar kabalaşabilmişti. babasının kadınlar hakkında nefretle dinlediğim sözlerini onun ağzından duyuyordum, bu sevecen nazik adam nasıl böyle düşünebilirdi anlayamıyordum.

Çok kırılmıştım, herhalde başka birşeye kızdı diyordum anlayamıyordum, birgün yine kavga ediyorduk artık çok sık kavga eder hale gelmiştik. Güzel bir kadın olmalı hayatımda dedi şaşırmıştım, ben çirkinmiyim dedim, güzelmisin dedi, hayatımın en büyük hayal kırıklığını yaşadım. Bir insan sevdiği bir insanı çirkin bulamazdı, ne kadar çirkin olursa olsun. Ben hep onun beni sevdiğini varsaymıştım, söylemesede. Ama anlıyordumki sevgi yoktu saçma sapan birşeyler yaşanmıştı. O gece sabaha kadar düşündüm ve kararımı verdim.ertesi gün kendime ev aramaya başladım, artık bu evde onun yanında kalamazdım. Öğrenince çok öfkelendi ve senin gitmene gerek yok ben giderim dedi ve çarptı kapıyı gitti. Gitmesini ben istemiştim ama sabaha kadar dönmesini bütün olanların kötü bir rüya olduğunu söylemesini bekledim. Dönmedi ne o gece nede sonraki geceler. Kendime 1 hafta tanıdım üzülmek için kendimi eve kapattım doya doya ağladım. Sonunda bu ilişkinin adı herne ise aslında hiç başlamamış olduğunu. Başlamamış bir ilişki bitemezdi doğal olarak. Ben elimden geleni yapmışım , yeterince mücadele etmiştim ve artık kadere teslim olma zamanı gelmişti. Onu aradım ve şirketi ona devretmeyi önerdim. Onun yanında olmak istemiyordum artık. Bana göre yaşanmış bitmiş bir 6 yıl vardı o kadar. Kabul etti, hisseleri devrettim aslında ücretsiz devretmek istiyordum ama o ısrar etti ve bir miktar para verdi.

Bir süre sonra kendime bir iş buldum hayata kaldığım yerden devam etmeye başladım, hayata karıştım, koşuşturmacalar arasında herşey yoluna girdi artık onu düşünmüyordum, rüyalarımda da görmüyordum. Ben kolay unutan bir insanım, özellikle kötü anıları. Güzel olanları arada bir düşünsemde giderek daha az düşünüyordum. ders vermeye başlamıştım, hatta bir dershane açmayı planlıyordum, yaşlanıyordum, çocuk sahibi olamamıştım, vaktimi gençlerle, çocuklarla geçirmekten mutlu oluyordum. Birgün 40 lı yaşlarda bir adam piyano çalmayı öğrenmek istediğini söyleyerek geldi, bütün yaşamı boyunca piyano çalmak istemiş ama bütcesi ancak piyano alacak duruma gelmiş, derslere başladık, çok nazik bir adamdı, zaman ilerledikçe çok güzel bir dostluk oluştu aramızda, bir süre sonra birbirimizden hoşlanmaya başladık. Birlikte çok eğleniyorduk. Beni sevdiğini söyledi bir gün, ben ona aşık değildim henüz ama yanımda olmasından mutluluk duyuyordum. Açıkça söyledim duygularımı. zamana ihtiyacım vardı. Anlayışla karşıladı. İşim iyiydi, hayat güzeldi, kader ve mücadele, bazen kadere teslim olmak, bazen kadere karşı mücadele etmek gerekiyordu. Keşke dememek için, bunu anlamıştım . Benim keşke diyebileceğim birşey kalmamıştı arkamda. Elimdekiyle yetinme vakti diyordum. O beni seviyordu, bende onu sevmeye çalışıyordum. Keyfim yerindeydi. Taa ki birgün O na rastlayıncaya kadar. Bir toplantıda rastlaştık, yanımda arkadaşım da vardı. Tanıştırdım doğal olarak. Karşılaşmamızdan etkilenmemiştim buna bende şaşırdım. Etkileneceğimi düşünüyordum.

Birkaç gün sonra o beni aradı buluşmak istediğini, benimle konuşacak şeyleri olduğunu söyledi, bir kafede buluştuk. Hala evlenmemişti , aradığı kadını bulamamıştı, ve en önemlisi bu ayrı kaldığımız süre içinde beni çok sevdiğini anlamıştı, benimle evlenmek istiyordu, güzel günlere geri dönmek istiyordu. Şaşırdım, yıllarca beklemiştim bunu ama ne yazıkki iş işten geçmişti. Kader denilen şey tuhaf bir şeydi, olmaz dedim, yapamam dedim güzel bir beraberliğim var bunu bozamam, peki dedi ve arkasını dönüp gitti. Bir süre sonra biryerde rastlaştık yine, yanında mükemmel görünen bir kız vardı. Göz kamaştırıyordu, O mutlu görünüyordu mutlu ve aşık, bir süre sonra düğün davetiyesi geldi. Sonunda hayatımın kadınını buldum demişti arkadaşlarına. düğüne gitmek istemedim ama telefonla tebrik ettim mutluluklar diledim. Bir süre sonra bizde basit bir nikahla evlendik. Arada karşılaşıyorduk, bir kızı olmuştu, yaşlanmış görünüyordu, omuzları çökmüştü, mutlu görünmeye çalıştığı ama işlerin yolunda gitmediği hissediliyordu. Onun için üzülüyordum karşılaştığımız zamanlarda, sonra unutuyordum. Birkaç ay sonra eşim kansere yakalandı, kurtaramadık. genç yaşta kaybettim onu. Yine yapayalnız kalmıştım. Öğrencilerile avunuyordum. Çocuk sahibi olamamıştım ama birçok çocuğum vardı. Birgün karşılaştık yine biryerde eşimin ölümünden haberi olduğunu ama arayamadığını yanımda olmak istediğini ama eşinin buna izin vermediğini anlattı, komik gelmişti bana anlattıkları. Saçma ve komik. İşleri iyi gitmiyordu, yardım etmeyi önerdim ama karısından çekindiği için kabul edemedi. Annesiyle karşılaşıyorduk zaman zaman, oğlum çok büyük hata yaptı diyordu, üzülüyordum ama elden ne gelirdi. Biryıl sonra karısı onu terketti, çok zor oldu onun için, karısı kızını da görmesine izin vermiyordu, bunca sene arayıp bulduğu hayatının kadını ile 3 yıl ancak yürümüştü. Kader ve kaderle mücadele, aşk, sevgi. Aşka inanıyormuyum bilmiyorum , inanıyorum herhalde ama aşktan daha önemli şeylerde var hayatta. Toplum, toplumun saçma kuralları, şartlanmalar, bizim yakalayamadığımız mutluluğumuz. Elimizden kaçıp gidenler, elindekinin kıymetini bilmek. Yaşlandıkça anlaşılıyor ama işişten geçmiş oluyor. Bir gece kapı çaldı gelen oydu çok kötü görünüyordu, yaşlanmış, göbeklenmişti, eski bakımlı halinden eser kalmamıştı, neredeyse hırpani bir vaziyetteydi. O gece kaldı sonraki günlerde de kaldı, benim eski odam onun olmuştu ben aynı şeyleri yeniden yaşamaktan korkuyordum, uzak duruyordum. Ama aşk, uyur uyanır her daim vardır, ölmez, külleri kaldırırsan, altından korlar alev alır ve alevler canlanır, yeterince rüzgar varsa eğer. Bu sefer rüzgar kuvvetli esiyordu ...

Pazar, Kasım 12, 2006

Survivor

        Bütün gün evde tıkılıp, sıkılıp durdum. Akşam vakti artık depresif mod son haddindeydi, tv’nin başına oturdum, aptal aptal bakınmak için, Survivor’a denk geldim. Survivor gibi bir programın keyfimi yerine getireceğini hiç tahmin etmezdim. Geçmişler ossun....

Perşembe, Kasım 09, 2006

Kader

        Kader değilmiş demek, ya da kısmetse olur lafı, bunlar bana göre değil, ben “elimden geleni yaptım” demek istiyorum, ama henüz yapmadım. Neden yadırgıyorsunuz anlamadım, olamaz mı? yani garip mi geliyor, sevgi sonuçta zorla mı seviyorum bilmiyorum ama varsa bişeyler itmek gerekmez mi duyguları, yaşlılıkta mı sadece bu geçerli yoksa şimdi mi başladı yalnızlık...

        Kafam karışık dedim ya! düzgün bişey beklemeyin... Ama şükredin en azından kısssa kestim...

Ağacın altı...













Cumartesi, Kasım 04, 2006

Anlayamadım

        Okuldan mı ortamdan mı bilmiyorum ama muhabbetler bile kısıtlı burada. Nedenini sürekli düşünüyorum ama bulamıyorum, 5kişilik bir arkadaş grubunda tıkılıp kaldık resmen. Geçmişteki hikayelerin sonunu sevemediğimden ve ders alamadığım korkusuyla, hikayeyi daha en baştan mı sonlandırıyorum bilemiyorum ama sonuçta konuşabildiğimi bile zannetmiyorum. Kendime o kadar çok yasak koydum ki, peki bu yasaklar genel mi yoksa okul ortamına uyumsuz yasaklar mı? Bu yasaklar mı beni yaşatmayan? Soru cümlesinin olmadığı soru işaretleriyle doluyum, soruyu bile bilmeden cevaba varmaya çalışıyorum, kafam karışık.

        Deliler hastahanesinde beyaz bir odada, yalnız başıma, kollarım bağlı ve kollarımı bağlayan da, bu odaya tıkan da yine bizzat benim... Deliriyor muyum yoksa iyileşme süreci mi bu?

Pazartesi, Ekim 30, 2006

Depresif karmaşa

        Yatağıma oturmuş, zamanından bile erken kalkmış olmama rağmen, 3-4 hafta önce başlasın diye söylendiğim derslere şu anda gitmek istemiyorum. Gerçi bunda ders için hazırlamam gerekenleri hala hazırlamamış olmamın payı çok büyük ama neden hazırlamadığımın gerekçesi belki küçük payı oluşturan kısım. Ayaklarımı uzatıp uyumak istiyorum! Bayramın üstümdeki etkileri böyle işte, tatil olması gerekiyormuş bu zamanın ve ben tatile başlayınca sonlandıramıyorum, alışkanlık haline geliyor tatillerim. Gitmeye değilde, ders yapmaya üşeniyorum resmen. Sadece izleyici olarak gidecek olsam, uyanır uyanmaz giderdim herhalde. Ben küçüklüğümde de böyleydim (hatırladığım kısım) mecburiyetadı altında ki şeyleri hiç bir zaman yapmak istemezdim, ama birşeyler mecburiyet olmayınca insan, hele ben 365 gün tatil yapabiliyorum...

        Evde yapılacak çok şey var, neden bugüne kadar yapmadım bilmiyorum ama yapmadım ve şimdi evdeki yapacaklarım derse gitmemek için bahane olarak kullanılıyor kendimce, pazarımı neden kendime bırakmadım ki?

        Duygusal azgınlığım geçiyor galiba, kendime geri döndüm, kendi başıma kalasım var, ama zamanlamalar uygulamamı zor kılıyor. Ya ben ters bir adamım ya da zamanlamalarım ters, ne zaman okul zamanı olsa evde yapmam gerekenler, ne zaman tatil olsa okula gitmek istemeler ağır basıyo.

        Aslında şu İzmir’den uzun zaman çıkmamam lazım ama kendi başıma kalamıyorum ki yine de... Kafamı ne zaman düzene koysam bir düşünce bütün düzeni bozuyor. Nerede hata yaptığımı anlamaya başladım zamanla, beynim gibi evde ve diğer şeylerde de aynı hatayı yapıyorum, düzeni öyle bir kuruyorum ki gelecek şeyler için ve ihtimaller için yer bırakmıyorum, yeni gelen şeylerde yeniden bir düzen kurmamı gerektiriyor...

        Yine karışık kafam, ne istediğimi bilmez durumda, zamanla geçecek bir hastalık bu galiba, umarım zaman yeterli bir ilaçtır.

Pazar, Ekim 29, 2006

Doğrular Yanlışlar

        O kadar takılmış kalmışız ki doğrulara yanlışlara, sürekli yanlış yapmaktan korka korka yaşıyoruz hayatı. Toplum doğruları yanlışları öyle fazla entegre ediyorki beynimize, kendi doğrularımızı yanlışlarımızı belirleyemiyoruz bile. Yanlış yapmamak uğruna hayattan vazgeçiyoruz.

        Hayat doğru bir şekilde yaşamak mı yoksa doyasıya, dolu dolu yaşamak mı? Kimseyi öldürüp onun ardından doğru bişey yaptığını düşünmekten bahsetmiyorum, sevmekten ve bunun yanlış olduğunu düşündürten zihniyetten bahsediyorum. Günümüzde o kadar çok ki bunlar... Yok onu sevemezsin, o birinin eski sevgilisi; yok bunu sevemezsin, o kayınçomun kız kardeşi; yok şu, yok bu; hatta millet abartıyo, yok onu sevemezsin o senin arkadaşın!... Nasıl bir iştir bu kesinlikle anlamıyorum, insanlar löpdedenek kucaklarına düşecek aşk mı arıyorlar, belki hayatta ki hiçbirşey çabalamadan olumuyor ve günümüzde insanlar sevmek için değil sevmemek için çabalıyorlar...

        Sevmek değil yanlış olan, sevmemek, sevememek...

Çarşamba, Ekim 18, 2006

Boşanma

        Ben annem ile babamın bir arada olduklarını ve ardından nasıl boşandıklarını hiç hatırlamıyorum, belki hatırlamak işime gelmiyor, belki de gerçekten hatırlayamayacak kadar küçüktüm bilmiyorum. Kendi aklımla düşünebildiğim zamanlardan sonra hep söylemişimdir, “Neden ayrıldıklarını merak etmiyorum, beraber vakitlerini nasıl geçirebildiler, bir araya nasıl gelip de, nasıl evlenmeye cesaret edebildiler, daha çok bunları merak ediyorum. Çünkü onlar cidden ayrı kültürün, ayrı yaşayış tarzlarının insanları.” Ama aklımda kavga görüntüleri kalmış -gerçi o da telefondan yapılan bir kavga- ve hep iyi ki ayrılmışlar ne gerek var diyorum birbirlerini yerken bizim arada olmamıza.
        
        Boşanmış ailenin çocuğu olmak ve boşanmamış ailenin çocuğu olmak çok farklı şeyler. Kimse yalnış anlamasın kimseyi suçlamıyorum yada kendime “yazık bana!” demiyorum çünkü hayatımdan gerçekten mutluyum ve annnemi, babamı gerçekten seviyorum, çünkü onlar hakikaten ellerinden gelenin en iyisini yapmaya çalıştı. Yine de insan galiba karşıdakinin artılarını kendi eksisi haline getirmeye bayılıyor.

        Sen büyüyene kadar birbirlerine kızgınlıklarını anlatıyorlar, yanlışları birbirlerine yüklüyorlar ve sürekli birbirlerini eleştiriyorlar, belki bunu sözcükleri kullanmadan yapacak kadar olgunlar ama hareketlerindeki, bakışlarındaki değişiklikleri hissediyorsun, sürekli susmak zorunda kalıyorsun çünkü onlar siz çocuk olduğunuzdan anlamadığınızı düşünsede onların en küçük hareketlerinde anlıyorsun neler olduğunu, sadece sende bunu kafanın içinde sözcüklere dökmüyorsun, aynı onlar gibi. Sürekli birbirlerini suçluyorlar kendi içlerinde, sürekli bir suçlu arıyorlar senle ilgili her sorunda, hiç bir zaman kabullenmeyi seçmiyorlar. Kabullendiklerinde veya suçu üstlendiklerinde bile “doğru hata bende, ona izin verdim!” şeklinde oluyor ve hiç bir zaman rahatlayamıyorsun, çünkü yasaklar içindesin, bir taraf ile ilgili olayı veya fikri diğer tarafla paylaştığında, anlattığın taraf sürekli içinden söylenmeye başlıyor, sende susuyorsun. Yaptığın hatalar ve karakterindeki eksiklikler karşı tarafı eleştiri malzemesi oluyor bir anda “Aman yavrum, geninde var ama onun gibi olma” bakışları geliyor karşına birden ve sende kendini suçlamaya başlıyorsun.
        
        Belki bir çok söylediğim şey ebeveynleri bir arada olanlar içinde geçerli ama onlar için geçerli olmayan birşey, aslında kökünde onlara ait olan bu sorunları kendin halletmek zorunda kalıyorsun, diğer herşey gibi. Ve halledemediklerin süre içinde birikiyor, kaçmayı tercih ediyorsun, zaten dolu olmayan hayatında, tek başına bırakıyorsun kendini. Onlarsız, ırsi olmayan karakterler geliştirmeye çalışıyorsun kendine, o zamana kadar birikmiş üstünden atman gereken “karşı tarafın eksikliği” kusurların yanında.

        Mükemmel olmaya çalışıyorsun, “mükemmel diye bir şey yoktur!” cümlesini duymak istemeden devam ediyorsun yoluna. Herşeyi, kusur denilebilinecek herşeyi yok etmeye çalışıyorsun, hiç bir şeyi kabullenmiyorsun çünkü onların düşünceleri bir kenara, artık onlardan biri durumuna düşmemek için, boşanmamak diye bir şeyin varlığına inanmadığın hayatta, kendi müstakbel çocuklarına aynı şeyi hissettirmemek için çabalıyorsun. Olmayacağını zamanla anlıyorsun ve kabullenmeye başlıyorsun.

        Kabullenmeye başladığında ise “mükemmellik” kelimesinin binlerce kilometre uzağında olmak değil, düzeltmeye çalıştıkça değişmeyecek şeylerin içine atılmış bir yığıntısı çıkıyor karşına, etrafına bakıyorsun ve kendini geç kalmış hissediyorsun.

        Bütün karakterini sırt çantana koyup yürümekten başka çaren kalmıyor, yavaş yavaş; dersini almış olman gerekir ve geç kalmışlıkta kabullenmen gerekecek kusurlarından biri olacaktır artık...

Çarşamba, Ekim 11, 2006

İyi ki doğmuşsun

        İyi ki doğmuşsun! Doğmamış olsaydın hiç karşılaşmamış olacaktık, sıkıntılar bir kenara, yaşadığımız onca güzel şey olmayacaktı; unutulmuş ya da hatırlanmak için bekleyen şeyler gibi değil, hiç olmamış olacaktı. Her şey daha farklı olacaktı, belki daha iyi bir durumda olacaktım, belki daha kötü. Ama daha iyi durumda olsam bile bu kadar anlayamayacaktım, bu kadar sevemeyecektim anımı.

        İyi ki doğmuşsun! Belki doğmamış olsan böyle bir sayfa olmayacaktı, kimi zaman gülümseten, kimi zaman ağlatan düşünceler olmayacaktı. İlişkiler bir faaliyetten öteye geçemeyecekti, aşk sadece masallarda varolacaktı...

        İyi ki doğdun, umarım bundan sonra hayatın, insanların hayatına kattığın mutluluk kadar her geçen sene, senden almaktan vazgeçer ve senin mutluluğuna bi o kadar mutluluk ve sevinç ekler. Ve umarım yeni yaşın başarılarına yeni başarılar ekler, başarısızlıklarını süpürür gider...

        Seni seven herkes adına “Annene ve Babana teşekkürler”

Salı, Ekim 10, 2006

Sevişmek değil esas özlediğim

        Yavaş yavaş öpüşerek, dokunarak, hissederek, kokuyu içine çekerken, yavaş yavaş, düğme düğme soyunmak, saatlerce sevişmek; belki her gün, belki iki günde bir, belki de haftada, hatta ayda en az kendi içimde arzusunu dile getirdiğim birşey. Ama esas özlediğim o yavaş yavaş çıkmış kıyafetler yerlerde, koltuğun üstünde sürünürken veya koltuğun minderinin yanına sıkışmış dururken, çırılçıplak, belki bir dakika önce yaşanmış hormonal dengenin verdiği sakinlikle, kimi zaman dizler kendine çekilmiş koltuğun karşılıklı uçlarında, yanmış bir sigara bir elinde, diğer elinde ilk öpüşmenin öncesinden arta kalmış yarım bardak kola; kimi zaman sadece bir sigara ve koltuğun aynı tarafında, birisi arkasını dönmüş diğerinin göğsüne yaslanmış bir şekilde, ten temasını, sıcaklığı sürekli birbirine verip, kokusunu içine çekerken; saatlerce muhabbet etmeyi, herşeyden konuşmayı, sadece bir mum ışığında bütün seslerden arınmış, sadece o muhabbetin sakin sesini özledim. Sabaha kadar, uyumadan, uykumu almış bir şekilde güne başlamayı özledim.

        Bugün bunu özledim ama geçmişte bunu, bu sakinliği galiba hiç yaşatmadım...

Pazar, Ekim 01, 2006

Eskişehir'in havasından galiba

        TunaKiremitçi’nin “Bu işte bir yalnızlık var” ‘ı daha yeni bitti. Eğer Depresyon çağımız hastalığıysa, bu adam da çağımızın yazarı bence. Kitabı kapatırken içinizde “herşeye rağmen, hayat yaşamaya değer” hissi kalıyor. Yine bütün insanı yıldıran ve duygusal isyana sürükleyen değerleri göz önüne koyuyor ve yine tatlı bir şekilde bitiyor herşey. Benim belki de hepimizin yaşamı gibi. Belki de sadece Eskişehir’in havasını gerektiği kadar solumuş insanların yaşamı gibi.

        Uzun zaman oldu Eskişehir’e gitmeyeli ve şimdi aklımda kalan sadece renkler ve kokular. Her ne kadar insanın kurtulmak istediği bir şehir olursa olsun, kokusuyla rengi ile duygu dolu bir şehirdi; yaşanmış ve kötü de bitmiş olsa, çok güzel bir ilişki gibi.

        Kızdım işin açıkçası kitabın böyle bitmesine. “Ya galiba bitti ama böyle bitmesin, bitmeseydi” dedim kendime. Kitabın en arka o boş sayfasına bir bölüm daha ekleyip şu anda bana en uygun sonu yazmak istedim resmen. Aslında güzel bir son, yani amerikan filmleri gibi allem edip kallem edip mutlu sona bağlamaması güzel ama ben hakikaten bu günlerde amerikan filmleri izlemek istiyorum, mutlu sonlara ihtiyaç duyuyorum, iki tarafında (seyircinin gözünde ki) doğru tercihi yaptığı filmlere. Şimdiyse kitap bitti, saat 7’ye geliyo ve ben uyumak istemiyorum, geçmişi ve geçmişimdekileri sorguluyorum...

Perşembe, Eylül 28, 2006

Kırmızı odam




Yoruma yorum olarak başladım

        evet hayat ilginç bişey hep bişeylerden vazgeçtiğinde bişeyleri çıkartıyo karşına ya da sen herşeyden vazgeçtiğin için çıkan yenilikleri ekliyosun hayatına değişiklik diye. Bilemicem ama zorlamıyorum zaten hayatım değişsin diye ya da özellikle bişey yapmıyorum sadece değişikliklere yol açmaya çalışıyorum. Galiba ara sıra mutlu olsam da son bir seneye yakın zamandır onun gidişiyle mutsuzum, o yüzden bir değişiklik istiyorum hayatımda. Gerçi galiba benim bahsettiğim değişiklikte zaten artık bir şeyleri beklememeye başlama değişikliği, ya da değişikliğe ihtiyaç duymama değişikliği.

        Bu arada ne kadar değişikliğe ihtiyacım olduğunu söylesemde hayatım enteresan bir şekilde hiç monoton geçmiyor. Kendimle yaşamayı öğrendiğimden mi, ki öğrendim mi bilemiyorum; yoksa başka birşeyden mi kaynaklanıyor bilmiyorum ama hayatım hiç monoton değil gibi...

        Mesela en monoton geçen zamanım yaz süreciydi ama onda bile, hayatımda çok istediğim bir insana kavuştum (her ne kadar millet yanlış anlasa da, bir arkadaştan bahsediyorum. Gerçi arkadaş olarak bile burada adını telaffuz edemem ama...

        Her neyse demin dediğim gibi hayatım hiç de monoton değil, kendimden nefret edebileceğim kadar boş zaman geçiriyorum bazen, ya da onu özleyebilecek ama bu hayatımın boş ve monoton olduğu anlamına gelmiyor benim için neyse ki... Ama değişiklik hakikaten kendimce ihtiyaç duyduğum bişey, geçmişe bakmamdan vazgeçirecek bir değişiklik....

Çarşamba, Eylül 27, 2006

Değişiklik

        Neredeyse bir sene geçti aradan, hala herşey aynı, hala derin bir uyku uyuyamadım. Bazen bir gün içinde herşey değişebiliyor ve bazen hatta çoğunlukla aylar, seneler geçiyor aradan ve hiç birşey değişmiyor. Evet değişik şeyler yaşanıyor, illa ki! ama değişiklik olmuyor hayatta. İnsan ne kadar zorlarsa zorlasın, eğer kaderinde yoksa değişiklik, zorlamak sadece anlık değişik şeylere yol açıyor, hiç bir kalıcı değişikliği insan istediği için yapamıyor. Ve bazen küçük değişikliklerle karşılaşıyor ve herşeyin değiştiğine inanmak istiyor ve iki gün sonra hayatına bir adım geriden baktığı anda hala aynı yerde olduğunun farkına varıyor. Zorlama aşklar hiç bir zaman gerçek aşkın yerini tutmuyor...

Salı, Eylül 05, 2006

Lost karakterlerinden kimmişim





Jack

You scored 62% kindness, 50% courage, 39% seedy past, and 71% secretiveness!

"We're not savages, Kate. Not yet."




You are Jack. You are compassionate, heroic, and a bit of a martyr. You are brave and a natural leader. However, you shouldn't keep so much bottled up inside. You are so busy taking care of others that you have no time or energy to take care of yourself. Take a load off once in a while and play some golf with Hurley. You need to relax pretty soon or else you'll be no good for anyone anymore - including yourself!



Your polar opposite is: Shannon.

You are similar to: Boone and Sayid.













My test tracked 4 variables How you compared to other people your age and gender:
free online datingfree online dating
You scored higher than 57% on kindness
free online datingfree online dating
You scored higher than 56% on courage
free online datingfree online dating
You scored higher than 53% on seedy past
free online datingfree online dating
You scored higher than 91% on secretiveness




Link: The Which Lost Character Are You Test written by ack_attack on OkCupid Free Online Dating, home of the 32-Type Dating Test

Perşembe, Ağustos 10, 2006

Kelimeler hiç bir zaman yetmez

        Güneş tam tepede, arabayı hızlı bir şekilde parkedip camları kapatıyorum, aklımda ki tek düşünce camların bir an önce kapanması ve o sıcakta arabanın içinden bir an önce çıkmak. Camlar kapanıyor ve hızlıca defterimi, kitabımı alıp arabanın dışına çıkıyorum. Elimde defter ve kitap, güneş tam tepemden vuruyor ve herşey rahatsız edici şekilde sarı görünüyor,görüntüler sıcaktan dalgalanıyor resmen. Burnumda sadece asfaltın sıcaktan çıkardığı koku ile daha önce geçmiş olan otobüslerin o sıcak egsoz kokusu var. Herşeye rağmen o an bile hayatımdan memnunum, biliyorum ki okulun kapısından içeri girince sıcağın verdiği sıkıntıdan eser kalmayacak. Başım önüme eğik hızlıca yürüyorum okula doğru...

        Kapıdan içeri giriyorum ve girdikten hemen sonra asansörün orada onu görür gibi oluyorum. On saniye önce tek düşündüğüm bezdirici sıcaktan bir an önce kurtulmak iken, onu görmek sıcaktan şikayetlenmemenin ödülü gibi geliyor. Asansörü bekliyor, yakınlarında onun gibi asansörü bekleyen belki on kişi daha var. Gözümün önünde o, aklımda ona nasıl gülümseyeceğim ve ardından nasıl bir tonla “merhaba” demem gerektiğini hızlı bir şekilde aklımdan geçiriyorum.

        Yaklaştıkça, diğer bekleyenler yavaş yavaş gölgeye dönüşüyor, renkler daha parlaklaşıyor; çok serin, sakinleştiren, beyaz bir parlaklık. Derin bir nefes alıyorum, sessizce, içime o bütün derinden gelen huzur kokusunu çekiyorum ve çok sessiz adımlarla, onun baktığı yöne doğru dönüp tam sağında duruyorum, aramızda sadece bir sesin geçebileceği boşluk ve sol elimde tuttuğum defterler var. Bütün enerjisini içimde hissediyorum. Ona doğru gözlerimi bile kaçırmazken, gökte bütün ruhumuz büyük bir aşkla öpüşüyor.

        Bizi yere indiren asansörün kapısının açılma sesi oluyor. Yerimden kıpırdamak istemiyorum, asansörün kapısının kapanmasını, ardından yine yukarıya dönmek istiyorum ama o öne doğru bir adım atıyor. O anda elini tutmak ve “gitme” demek istiyorum ama daha “merhaba” bile diyemezken, düşüncelerim bana ütopik geliyor. Yerimden kıpırdayamıyorum, kıpırdamak istemiyorum.

        O sanki benden hiç haberdar olmamış gibi herkesle birlikte asansöre biniyor, kendimi rüyadan uyanıyormuş gibi hissediyorum ama uyanmak istemiyorum. Asansöre bindikten sonra arkasını dönüyor ve o anda koca bir saniye boyunca birbirimize bakıyoruz, yeniden insanlar gölgeye dönüşmeye başlıyor. Sadece onun, o derin mavi gözleri var, geri kalan heryer aynı huzur dolu beyaza bürünüyor. Çok hafif bir gülümseme beliriyor yüzünde. Başını yavaşça yere doğru eğiyor, utanarak ve yavaş yavaş bana doğru gelmeye başlıyor, asansörden çıkarken kapı kapanmaya başlıyor, onu hafifçe itiyor, sanki bir şey olduğunu hissetmemiş gibi biraz sendeledikten sonra bana doğru gelmeye devam ediyor. Hiç asansör gelmemiş gibi aynı yerine geliyor ve bana doğru kafasını çeviriyor. Bir süre sadece birbirimizin gözlerinin içine bakıyoruz ve yavaşça onun gözleri aşşağı doğru kayıyor ve ellerime bakarak yavaşça sağ elinin dışıyla, sol elimin dışına dokunuyor. Sonra yavaşça bakışlarımızı asansörün kapısına doğru çeviriyoruz ve o sırada ben yavaşça sağ elimle defterleri sol elimden alıyorum ve yavaşça onun incecik, serin ellerini tutuyorum...

Salı, Ağustos 08, 2006

Ayna

        Bugün kendimi çok beğendim. Normal zamanlardan pek bir farkım yok ama nedense kendime uzun uzun baktım aynada. Normal de 3 saniye bile bakmam sadece suratımda bişey var mı diye bakarım ve devam ederim yoluma ama bugün dakikalarca megolomanca kendime baktım, poz verdim, kendi fotoğrafımı çekmek istedim ama artık bir fotoğraf makinem yok malum :)

Pazartesi, Ağustos 07, 2006

Savaş

        Bu bir savaş değil, aşk! Sıradan olmanın yanı sıra herkesin ki kadar farklı, yaşanması gereken ama yaşanamayan. Sözleri sakince söylediğin bir tartışma belki. Sevgi var bunun içinde, başka duyguların içine girmediği saf ama yasaklı. Saçma sapan sözlerin havada dans ettiği bir olay.

        Sevgilisi var ve sevgilim, “hayır, olmaz” denilen herşeyi yapıyoruz çünkü aşk var, oysa ki kendimiz “yapmamalıyız” diyoruz, zaten karışabilecek kimse yok, bilmiyorlar. Öpüşmeler o kadar saf ki bir süre sonra yasaklı olduğunu bile unutuyoruz. Yavaş yavaş gelişiyor herşey ve seks giriyor araya. Aşk herşeyin içinde, dokunuşların, duyuların, kelimelerin. Hiç bir kelime aklında canlandırdıklarınla, hayallerinle bağdaşmıyor, herşey çok daha farklı, çok daha güzel. Nefes alamıyorsun, almak istemiyorsun ama delicesine dışarı nefes veriyorsun ama dışarıda kalmıyor, o içine derin bir nefesle içine çekiyor.

        Bir şekilde herşey yaşanıyor ama sanki yaşanmamış gibi, sevgiliye yalan söylenmiyor çünkü söylenebilinecek kadar farkında değil bilmiyor, sanki bu olayı kalbinin derinlerinliklerinde ki o gizli küçücük, ama en önemli o nokta yaşıyor; ne bedenin, ne mantığın yaşıyor. Ama koku yaşadığın havaya karışmış, sürekli soluyorsun sanki oksijen gibi oluyor bir süre sonra gittiği anda nefes alamıyorsun ama yaşadıklarının farkına varamadığın için neden öldüğünü bilmiyorsun.

        Ve gömüyorlar seni, çünkü sen artık bir şehitsin, neden öldüğü anlaşılamayan bir şehit. Oysa ki bir savaş değil bu bir aşk hikayesi...

Gizli Özne

Sürekli dönüp dönüp onun yazdıklarını okuyorum. Facebook'ta onun resimlerine bakıp duruyorum, beraber yazışmalarımızı yeniden yeniden...