Pazar, Kasım 25, 2007

sinirler gergin

        Neden diledim artık bilmiyorum, ama eskiden dediğim gibi allahın sevdiği kuluyum ne dilesem gerçekleşiyor. Son dileğim de gerçekleşiyor hem de hergün! Sanki inadına yapar gibi... Ya da benim dileğimden öte iyi beddua aldım bilemiyorum.
        Zamanında her derin mevzulara girdiğim arkadaşıma söylediğim gibi “Ne dilediğine dikkat et, dileyeceksen tam dile, sonra söylemeyi unuttuğun şeyler yüzüne kışın ortasında soğuk su gibi çarpar, kendine gelirsin” Hatta örnek olarak Bedazzled (doğru mu yazdım bilmiyorum?) filmini söylerdim; şimdi uzun uzun anlatmıyım siz çok merak ettiyseniz izleyin. Benim dilekdileme girişimlerimden hatırladıklarımı bir çırpıda saymaya çalışayım size.
        İlk dileğim -Kayıp Çocuklar Şehri- denen filmdeki kızın yaş olarak büyük olanını istedim, aynı duygusal bakışlarla, aynı saçlarla ve oldu. Siyah kıvırcık saçları, kayıp bakışları vardı, aşık oldum resmen, daha ilk görüşte yakın bir arkadaşım “bak bu kız bizim fakültede, kantinde sürekli kesişiyoruz” dediği sırada. İki gün geçtikten sonra o arkadaşımla çıkmaya başladılar, ardından çok geçmeden, Bodrum’da rüzgardan uçuşan o simsiyah kıvırcık saçlarını tuttuğum anda öpüşmemizle devam etti ve benim sevgilim olmuştu. Ama dilerken söylemediğim şeyler vardı; aşk vardı, sevgi vardı, güven duygusu vardı, hepsi kısa sürede yalan oldu gitti, silahlarımız olsaydı birbirimizi vuracaktık.
        İkincisi, bu ilişkiden hemen sonra dilenmiş bir dilekti, “Sakin ve saygılı bir ilişki istiyorum” demiştim. Aradan çok geçmeden, deli zamanlarımda, dilimi ve kaşımı dldirip, bir anda karar alıp küçük bir Corsa’nın içinde 6 lise arkadaşımla İstanbul’a gittiğimiz zaman, “herşeyim” dediğim arkadaşımla bulustuk, kardeşi de oradaydı. Hayatımda yaşadığım (aradan 7 sene geçmesine rağmen, rahat rahat söyleyebiliyorum bunu) en güzel ve kendim olduğum bir buçuk aydı, o kadar saygılı ve sakin bir ilişkiydi ki, saygılı ve sakin bir şekilde bitti. Hatta telefonda o benden ayrılırken içeriden sıcak şarap yapıyorlardı, ayrılıktan sonra sıcak şarap içerek şömine eşliğinde en keyifli zamanlarımı geçirdim, oysa ki hayatımda geri dönüp baktığımda bitmiş olmasına en üzüleceğim ilişkim bitmekteydi yada yeni bitmişti, bunu o şarabı yudumlayıp, şöminenin ateşine bakarken de biliyordum.
        Üçüncüsü kısa ve basitti, sevgi ihtiyacı duyduğum bir an “sevilmek” istedim, bunda unuttuğum çok şey var zaten! Yine çok kısa bir süre sonra, seviliyordum, her ne kadar tanıştığımız günün ilk muhabbeti şu şekilde olsa da:
        -Sen ne okuyorsun?
        -İnşaat mühendisliği.
        -Aa! sizn fakülte başka kampüste değil mi?
        -Evet! Senin için farkeder mi? Alışırsın nasılsa!
        -NAsı YaNi!
Bu insan beni kayıtsız şartsız, üç sene boyunca herşeyden çok sevdi. Dilediğim en kötü en bencilce dileğim olmasını sağladı, benim dileğim sayesinde bir insan hayatından üç senesini yok etti. Yok etti çünkü ben onu hiç bir zaman tam sevemedim, belki “tam”ı fazla hiç sevemedim.
        Dördüncüsüde ders almadığımı belli ederek söyleyeyim, kısa bir dilekti, “uzun bir ilişki”. Uzundu, güzeldi, ama ilişki miydi bilmiyorum. KAfama karşımdakini olduğu gibi kabul etme fikrini takmıştım, onu o şekilde kabul etmiştim ve o şekilde 7 ay idare ettim, onu sevdim, o da beni sevdi , ama bunu hiç bir zaman birbirimize gösteremedik, birbirimiz için hiç bir şekilde uygun değildik, sadece birbirimizi olduğumuz gibi kabul etmiştik ama birbirimiz için uygun olmadığımızı nedense kabul edemedik bir türlü. Hiç ayrılmak yokken kafamda, olduğu gib kabul edememeye başladığımda şansımı denedim, “ya o nesne, ya ben” dedim, o durumun bile farkına varmadı ve ayrılmış olduk birden. Uzundu ama garipti.
        Sonunda farkına vardım, birşey dilerken, adam akıllı dilemek gerektiğini anladım ve bir dilek daha dilemeden önce tekrar tekrar düşündüm, geçmişime baktım, hayallerimi gözden geçirdim ve uzun uzun dileğimi diledim. Zannetmeyin ki öyle seans şeklinde dilek diliyorum, sadece dilek dilemenin ayrı bir hissi var, düşünürken ve isterken kendinden emin olursun, kalbin kıpır kıpır olur. Kısaca özetlemeye çalışayım dileğimi, sevdiğim sevildiğim bir ilişki, saygılı ve sakin, ilişki ve birbirimizin için herşeyi yapabileceğimiz, sınırların olmadığı bir ilişki. Şimdi de eksiklerimi özetliyim, çünkü bu da kısa zaman içinde gerçekleşti ve iki sene sürdü, sevgi, saygı vardı, bir ilişki için sakindi, birbirimiz için herşeye katlandık. Yalnız o beni üç sene boyunca seven insanın çok iyi arkadaşıydı ve ilişkimizin toplam bir buçuk senesini arada minimum 400km uzaklıkta geçirdik ama bunlardan ziyade en önemli unsur olmaması gereken, hemen gerçekleşmemesi gerektiğiydi, çünkü ben ve benim hayatım bu kadar mükemmel bir insana ve ilişkiye hazır değildi. Sonuçta birbirimiz için herşeyi yaptık ve bir anda o cesur davranıp bitirebildi. Bitiremeseydi ben hiç bir zaman bir adım ileriye götüremeyecektim hayatımı çünkü ondan ziyade kendimi düşünmek için zamanım kalmıyordu. Bizi harika bir hissi olan bir kısır döngüden o kurtardı.
        Artık biliyordum, beşinci dileğimde ne istemem gerektiğini öğrenmiş ona göre dilemiştim. Ama insanoğlu, bir kere öğrenmesi yetmiyor, hemen unutuveriyor esasında ne anlama geldiğini, sonuçta iki sene geçtikten sonra bi algıla ondan sonra dile ne dileyeceksen di mi!? Son dileğim, yine uzundu ve detaylıydı ama küçük bir detayı gözden kaçırmıştım!.. Dileğim bir önceki dileğimin ve hatta daha detaylısının, zamanında gerçekleşmesi idi. Ayrıca çok kısa bir süre sonra eklediğim bir dileğim daha oldu, çok iyi hatırlıyorum “şimdiye kadar bütün arkadaş olduğum kızlarla (birisi hariç) kısa bir süre içinde çıkmaya başladım, artık kızlarla yakın arkadaş olabilmek, sevgili olmamak istiyorum” dedim ve işte o anda zaten bir önceki dileğimde eksik olan kısımken, yani zaten negatif bir sonuç doğurabilecekken ben ihtimalleri sıfıra indirip negatife çevirmiş oldum.
        Ve şimdi, hazır mıyım? Hayır! tabii ki de değilim, okulum bitmedi ve hala babamın parasını harcamaktayım. Peki daha ne kadar sürer hazır olmak? Valla işte o kısmı allah kerim ama en az iki sene! Yani durum anlaşılacağı üzere şimdi istesemde olmuyor şeklinde! Belki sorun bendedir belki şansımda bilmiyorum ama o kadar içten dilemişim ki etrafımda herkes kız ve hepsi yakın arkadaşım. “E! ne güzel işte” diyecekseniz, aman durun birşey söylemeyin! Ben arasıra kendime her ne kadar içten inanmasamda söylüyordum artık bu lafı söylerken içinde şu anlamı açık bir şekilde barındırıyorum “iyi bok”

        Siz bunları okurken saat kaç bilmiyorum ama şu anda saat tam sabah 5:35 yani iyi sabahlar size iyi geceler bana. Yine de bu yazıdan çıkaracağınız sonucu özetliyim:
        karşıdan karşıya geçerken dikkatli olun!

Perşembe, Kasım 15, 2007

Şimdi daha mı iyi?

Hayatın bir döneminde, tahminimce ergenlikte ve hatta çoğunlukla artık ergenlikte olmadığınızın farkına vardığınız bir dönemde, artık tehlikelere, risklere atılmaya başlarsınız, bunun adına da macera dersiniz. Hayatınızın bu dönemi uzun ve yanlışlarla dolu olur. O kadar şey yaşarsınız ki sonradan pişman olacağınız ve 'normal bir hayat' diye genellemenin çoğunun belirteceği şeylerin o kadar dışına çıkarsınız ki, bir süre sonra geriye bakıp o yaşadığınız şeyleri düşününce, 'normal bir hayat' normallerin düzeyinde değil. Artık herşey normal olur, inişler çıkışlar uçakların fırtınalı havalarda türbülansa girmesi kadar normaldir, yemeğinizi yemeğe devam edersiniz.
        Normlara göre, anormallikleri yaşayıp, anormallikleri yaşayacağınız bir döneme girersiniz, ölüm normaldir, doğum da! Kavgalar, ayrılıklar, çoklu ilişkiler, yalnız kalmalar, dışlanmalar, bunların hepsi normaldir artık sizin için. Uzun bir dönemdir, anormalliklerin normalliği, alıştırır kendine, geçmek bilmez, insanlar size duygusuz ve umursamaz demeye başlar, ne kadar çok empati kursanız hissetseniz de, herşey gayet normaldir ve "normal! gayet normal" dersiniz geçersiniz.
        Esas zor olan ne, o ergenlik sonrası dönemdir, ne de anormalliğin normalliği, zor olan esas bundan sonra başınıza gelenlerdir. Artık alışmış, anormaller normaldir, normaller anormal. Zaman geçer artık ne normaldir ne anormal bilemezsin ve kısa bir geçişte artık her şey anormal olmuştur. Herşeyi garipsersin, ne yapacağını şaşırır, insanlara de diyeceğini bilemez olursun, herşey yanlıştır söylediğin.
        Tabii ki en zoru bu değildir, hayatta en zoru diye birşey yoktur, her gün daha kolayıyla veya zoruyla karşılaşırsın. Her sorun gibi, her çukur gibi bir yol bulursun kendine, zor da olsa, yavaş yavaş.

Cumartesi, Ekim 20, 2007

Facebook

        Hani derler ya sen birisine hediye verince “düşünmüş olman yeter” işte facebook denen sistemde bunun ne kadar gerçek olduğunu anlıyorsun, insanlar birbirlerine sanal olarak çikolatalar, hediyeler, çiçekler gönderiyor ve gariptir ben ne zaman -yan masadan- bir duble rakı alsam, yada birisi bana bir adet çikolata gönderse altına “afiyet olsun :)” yazarak sanki hakikaten onu elden almışım da yemişim gibi mutlu hissediyorum kendimi. Tamam kabul ediyorum, bu hediyenin gönderildiğini gördükten sonra çıkıp dışarıya o can çekmesini giderecek şekilde kendime çikolata almam gerekiyor ama hakikaten o anda düşünülmüş olmak beni çok sevindiriyor. Garip bir sistem, garip bir hayat, şu sanal hayat. Kötü mü bilmiyorum ama tatminsiz denen insanoğlu şu anda artık resmen sanal ortamda yaşyor ve orada bile bir tatminkarlık hissediyor... Hani tatminsiz bir yaratıktık.

Salı, Temmuz 31, 2007

Döndüm

        Evimdeyim, sıcak, havasız, heryerimden terler damlıyor, ama evimdeyim, ayaklarımı uzatmış, televizyonun kumandası elimde, sigaramı yakmışım... Evim evim güzel evim....

neden farklı?

        Sevmek ne kadar güzel bir şey, bir insanı sevmek, düşünmek, özlemek, istemek... Elini tutmak, onu öpmek, kokusunu içine çekmek. Aslında sinir sistemimiz çok basit bir sistem, sadece sodyum ve potasyumun yer değiştirmesi ve yeniden eski haline dönmesi. Ama bir aleti yada özel hisler beslemediğin birisinin elini tuttuğunda hissettiklerin ve sevdiğinin elini tuttuğunda hissettiklerin apayrı şeyler, oysa ki hepsi aynı potasyum ve hepsi aynı sodyum....

Perşembe, Temmuz 19, 2007

Aynı İnsan

        (Geçmiş) Doğru yer, yanlış zaman, doğru insan....
        (Şimdi) Yanlış yerler, yanlış zaman, doğru insan...
        (Yakın gelecek) Doğru yer, yanlış zaman, doğru insan...
        (Gelecek) Doğru yerler, yanlış zaman, doğru insan...
        (Uzak Gelecek) Doğru yer, doğru zaman, doğru insan...
        
        Görebilmek bu şimdiden, ama tutarsızca istemek, zorlamak her anı, yanlış bile olsa, konuşmak olacağından emin olarak, ama acelecilikle kaybecek olduğunun farkındalığında. Tanımıyorum bile sadece hissediyorum, çünkü belki hayatımdaki geçmiş izleri aklımda bile tutamadığım, benzetme yapmadan sevdiğim, etkilendiğim ve belki (bu kadar kendi içimde abarttığıma göre buraya yazarken de abartarak) AŞIK olduğum başka biri olmadı. Evet! daha önce de aşık oldum, bu ilk değil, hem de feci aşık oldum ve bittikten sonra korktum, yaşamaktan, ilişkilerden, şimdiyse korkmuyorum sadece aşık olmak istiyorum doğru olduğuna inandığım bir insana, gülümsemeyi bilen benim gülümsediğim zamanlara denk gelen, ama tabii ki hep yanımda olacak...

        Düşününce tanımıyorum, ama aslında çok iyi tanıyorum, her hareketine şimdiden anlam verebiliyorum, ne yapabileceğini, ne yapmak istediğini anlayabiliyorum, telefonu uykulu sesle açtığında uykulu değilmiş gibi davranmasından anlıyorum, iki yanımda otururken, öne hafif eğilip bana doğru sırıtışından anlıyorum kim olduğunu, dizi izlemeyi zaman zaman konuşmaya tercih etmesinden anlıyorum... Kendinden çok emin konuşması tamamen ele veriyor zaten kim olduğu ile ilgili herşeyi. İnsanlardan farklı olmaya çalışmamasından, aynı olmak için çabalamamasından biliyorum, keybetmekten korkmayıp, kaybettiği için üzülmesinden biliyorum, gereksiz yerde sorgulamasından arkasından “boşver yaaa!” demesinden biliyorum kendi içinden...
        
        İçinden geldiği gibi çocuk olabilmesinden görüyorum, o olgunluğun nerede olduğunu...

        Ama ben, ben gibi davranmıyorum, sanki 4senedir üstünde en ince ayrıntısına kadar mükemmelleştirdiğim projemi sunuyorum, adım adım ezberlemiş olmama rağmen sunumu, sonunda ne soracaklarını biliyor olmama rağmen, hala kekeliyorum, bir saatlik sunumu beş dakikada bitirebilirmiş gibi koşturuyorum anlatacaklarımı atlaya atlaya anlatıyorum. Hala başındayım, hala yavaşlayabilir, derin bir nefes alıp, heyecanımın içinde kaybolan özgüvenimi yeniden sergileyebilirim... Sonra herşey yeniden güzel olacak, dinleyiciler alkışlayacak, “mükemmel” “kusursuz” diyecekler...

Milano

Milanodayım. Herkese teker teker soruyom ama buradan da sorayım, ne istersiniz :) Ne getiriyim size buradan.... Hadi hadi çekinmeyin söleyin... :p

yoruma yorum (vowel)

Özet: Eleştirmekten, sorgulamaktan vazgeçin, mutlu olmanın tek formülü mutlu olmayı istemektir, bırakın artık içinizdeki depresyon isteğini. Kabullenin ve isteyin. Mutlu olmayı, istiyorsanız mutsuz olmayı isteyin. Bunu tek sorgulayabilecek insan sizsiniz geri kalan toz ve duman. Herkes özgür doğar, çünkü özgürlük beynin içindedir, tamamen soyuttur.

*Vowel: ingilizce sesli harflerin sesine verilen isim. Yani dolaysız olarak insan ses telleriyle çıkabilen ses.

ilk maili aldığımda zamanım yoktu sadece ilk cümleyi okuyabildim. Bir sürü soru sordum kendime hala cevabını bilmediğim hakikaten merak etmediğim. Merhaba sana da Vowel, neden kendine böyle bir söz verdin ben bunu anlayamıyorum, inanmıyorum çünkü her hangi bir insanın hayatını bu kadar kötü etkileyebilecek şeyler yazmış olduğuma. Gerçi bunları yazıyorum ama okumayacaksın tahminen çünkü dediğine göre bir kereliğine bozmuşsun.

Güzel bir yazı ama depresyon var içinde bolcana. Eskiden kalma bir yazı anladığım kadarıyla, orta kısımlardaki tarih üstündeki bütün yazıyı kapsıyorsa, neredeyse iki sene.

Mutluluk insanın hakikaten heryerde baktığı, aradığı ama sadece kendinde bulabileceği birşey ama bu yazıya dayanarak şunu söyleyebilirim, sen kendini çok yalnız bırakmışsın. Çünkü insan ne kadar sadece mutluluğu kendinde buluyorsa da insanlar olmadan bunu bulamaz, onlar yol göstericilerdir ona mutluluk yolunda. Benzer olayları tartmanı sağlarlarlar, sana akacak yeni bir yön verirler, seni kendilerine özendirir, senin farklı şekillere girmeni sağlarlar. Yalnız olmaz bu iş... Herkesin konuşacak onu anlayacak insana ihtiyacı vardır. Gerçi hiç bir insan bir diğer insanı tam olarak anlamaz ama anladığına inanır ve bu inanç kendine göre yorumlanan bir sonuçtur bu yüzden kendisinde bir şey keşfetmesini sağlar. Aynı şey kendin içinde geçerlidir.

Özgürlük boş bir kavanoza nasıl dolduracam diye bakmaktır aslında, çünkü kavanozu doldurmak zor bir iştir, yanlışlar yapmaya başladığında içine koyduğun şeyler bir daha oradan çıkmak istemezler. Her ne kadar mutsuzlukla doldurursan o kadar sıkıntı çekersin zamanda. Elinden geldiğince mutlulukla doldurmak istersin. Özgürlük, sorumluluktur ama sadece kendine karşı olan sorumluluğundur. Her ne kadar ailenin yanında yaşasanda yaşayabilirsin özgürlüğünü, ya da her ne kadar sevgilin olursa olsun. Ama ilk önce kendine saygı duyacağın şeyler yapmış olmalısın, yoksa onlarda sana saygı duymaz ve güvenmez, geri kalan kısır döngü; ne sen izin verirsin kavanozun kapağını açmaya ne onlar. Çünkü bilinir bir kez mutsuzluk doldurursan sonrası sıkıntı. Aile ve sevgili bir kaçış noktasıdır, özgürlüğünü onların özgürlüğünden yaşama fırsatı verir, olgunluk ise kendi özgürlüğüne sahip olabilmiş olmaktır. Her canının istediğini "özgürce" yapmak özgür olduğun anlamına hiç bir zaman gelmez.

Özgürlük, mutluluk, sorumluluk, kendine duyduğun saygı, bunların hepsi birbirine bağlı kavramlardır, biri olmadan diğerini gönül rahatlığıyla yaşamak, pişmanlık duyacağın şeylere neden olur.

Her ne kadar yine çokbilmişliğimle konuşsamda, mutlu olmanın yolları yada mutsuzluk hakkında söyleyebileceğim çok şey kalmadı. Bunlar hatırladıklarım. İnsan mutlu, özgür, özgüveni yerinde olunca düşünmüyor "mutsuzluk ne demek?" yada "mutlu olmak nedir?" diye.

Eskiden duygusal filmleri izleyip izleyip ağlayan kadınları görünce çok gülerdim, çok garibime giderdi, artık çok anlamlı geliyor. Başkaları için, acıklı hikayeler için ağla, kendin için ağlama. Çünkü kendin için ağlamak yerine yapabileceğin hep bişey vardır. Hele geçmişine hiç ağlama. Nasıl insanlar sana venüs dedi, yada nasıl insanlar sana melek dedi bilmiyorum ama aramaktan vazgeçmek çok erken bir yenilgidir, çünkü her aynaya bakışımda görüyorum ki; gerçekten, karşısındaki aksini ispatlayana kadar, buna inandığı için söyleyenler var. Ama haklısın bunu sadece bir kadını büyülemek için yapan erkek çoğunlukta...

Londra'da "Design Museum" denen yerden bir kitap aldım. Tasarımcının gelişim rehberi gibi bişey. İçinde bir söz var, "fikirlerini paylaşmaktan korkma, sen fikirlerini paylaştıkça sana daha fazlası gelir." İnsanoğlu tükenmez, yorulur ama tükenmez, sadece tükendiğine inanır. Annen her ne kadar tüket kızım ama tükettirme dediyse, sen karşı tarafı tüketemediğin için tükenmiş hissetmişsindir.

Ve insanlar, bencil ve aç gözlü diye hep aşşağılanırlar kendileri tarafından. Oysa ki insan olmanın bedeli bu değil midir?
-Mutluluğu kendinde ara!
-Özgürlük senin içinde!
-Özgür çok bencilsin...
Nasıl bir iş bu anlamadım?! İnsan herşeyi kendi içinde çözecek ve (makul ölçüde) bencil olmayacak, olacak iş mi bu?
Aç güzlülük ise ayrı bir mesele, tamamen değişimle alakalı. Düşünsenize, yarın için hiç bir isteğin yok, herşeyin var ve içinden hiç bir istek geçmiyor, sana verseler bile, sen "hayır, gerek yok" diyorsun. Aç olacaksın, hayata aç, yemeğe aç, zenginliğe aç; ama tabii ki ezmeyeceksin, elinden geleni yapacaksın karnını, hevesini doyurmak için... İnsan her gün üç kere acıkır, bırak bi o kadar da heves etsin daha fazlasına...

Bu arada eğer yine sözünden bir kereliğine daha vazgeçersen, oldu olacak paso yorum yap, bende okurum, cevaplamaya çalışırım... Felan filan... Güzel bir yorum ve yazı olmuş teşekkür ederim.

Salı, Temmuz 17, 2007

oh

Hayat guzel,
Sabah kahvaltimi Londra'da yapmisim,
Aksam yemegimi Milan'da yemisim...
Hayat guzel tabii ki :)

Perşembe, Temmuz 12, 2007

Home Home Sweet Home

        Evimi, odamı özledim. Kendi yatağımda yatmayı özledim. Arabamı özledim. Oysa ki herşey daha yeni başlıyor, geri dönücem ve sadece bir ay kalıp evimde yeniden yollara düşücem, Belçika, Hollanda, Macaristan, Portekiz, İsveç... Dolaşıp durucam bir daha evime geri dönmeden. Buradan geri döndüğümde bol bol keyfini çıkarıcam evimin. Bir parti bile verebilirim, tanıdık, tanımadık herkesin davetli olduğu. Sonra yavaştan yeniden yolara düşerim. Sakin ve sessiz. Geride hiç bir şey bırakmadan...

        Çok pesimist oldu yine İnsan kendini yabancı bir şehirde yalnız hissediyor, her ne kadar kendi şehrimde de yalnız olsam da. Orada kendimle kaldığım zamanlar yapacağım birşeyler olduğundandır ki burada daha bir kapana kısılmış hissediyorum kendimi. Çok mu korkağım.

        Gerçi burada havada da memeret yok işin kötüsü, hep bulutlu, hep bulutlu, güneşi görünce mutlu oluyorsun, ama serin bu da rahat rahat uyumamı sağlıyor...

        Vesaire vesaire, sadece sıkıldım, yapacak bişey bulamadım, “yazıyım ben de madem öyle“ dedim kendimce

        Kalın sağlıcakla...

Solo Röportaj

        Kendinize başkalırının size davranmasını istediğiniz gibi mi davranıyorsunuz?

        Cevap vermesi çok zoru bu benim için. Kendimi seviyor muyum, sevmiyor muyum bilmiyorum çünkü. Ya da kendime nasıl davrandığımın farkında değilim. Düşünmem gerekiyor, ve soruyu parçalara ayırmam gerekiyor.

        Başkalarının size nasıl davranmasını istersiniz?

        Bana karşı düşünceli olsunlar, beni eleştirmek yerine beni anlamaya çalışsınlar, neyi neden yapıyorum, eksiklerim nelerdir duygusal olarak bunları sorgulasınlar, sonra çözüm üretebiliyorlarsa üretsinler ve ben bunu başaramazsam çözümü uygulamazsam beni eleştirsinler. Benden birşeyler istesinler, işe yaramamı sağlasınlar, onlara kendimi gösterebilmem için şans versinler. Ama çok zorlamasınlar. Zorlanmaya gelemem.

        Kendinize karşı düşünceli misiniz?

        İşte sorunun bu kısmı beni zorluyor; üzgün olduğumu düşündüklerinde sorsunlar, sadece sormak için sorsunlar. Bir yere yemeğe gideceğimizde bana da sorsunlar, nereye gitmek istediğimi, genellikle farketmez benim için ama fikirlerimin sorulması hoşuma gider. Sonuçta bunların ikisi de zaten kendime sormadan olmayacak şeyler, neden üzgünsün diye kendime sormamın bir anlamı yok zaten biliyorumdur cevabı, yada yemeğe giderken kendimin ne istediğimi sormama gerek yok zaten biliyorumdur nereye gideceğimi.... Hımm, şimdi anlıyorum galiba, ben hiç bir zaman kendime sormadım “şimdi ne yemek istiyorum?” diye nereye gitmek istediğimi, yada sorunlu olduğum zamanlar “sorunum ne?” diye kendi kendime... Anlıyorum galiba...

        Kendinizde bir yanlış gördüğünüzde olayın temeline mi inersiniz, yoksa kendinizi eleştirir misiniz?

        “Yanlışlarım beni ben yapan şey!“ diyip geçmeye başladım son zamanlarda, eskiden başkaları çözüm olsun diye uğraşırdım. Derine inmem gerekiyor biliyorum ama çok zor geliyor... Hımm anladım galiba.... Neden onlara zor gelmesin ki o zaman, neden çok çabuk pes etmemiş olsunlar ki! Ben pes ediyorum hemen... Eski sevgilime hak verdim şimdi...

        Birşey yapmanız gerektiğinde, hemen kalkıp yaptınız mı?

        Hımm.... Ben biraz üşengecimdir işin açıkçası, gerçi birisi benden birşey istediği zaman hemen yaparım, sürekli birşeyler istemiyorsa, keyfime yine de düşkünümdür. Ama burada kendim için birşey yapıp yapmadığım di mi?....... Aslında bu sorunun cevabı ”evet” eskiden yapmazdım bişey istediğim zaman, ama artık ne beni iyi hissettirecekse onu yapıyorum hemen, üşenmiyorum, yada yapmanın bana faydası varsa hemen yapıyorum.

        Kendinizi yapmanız gereken şeyler konusunda zorlar mısınız?

        Hımm... Ders bakımından düşünüyorumda, hep zor yolu seçiyorum ama sonuçta kendimi zorlamıyorum. Yani bakıyorum yetişmeyecek gibi gözüküyor o zaman zorlamaktan vazgeçiyorum. Ama eskiden olduğu gibi hemen ucundan korkup gitmiyorum, sonuna kadar da deniyorum... Yani mesela en son projede teslim gününden önce yapmam gereken en azından 40saatlik daha işim vardı, gece 3te yarısını bitirdim geri kalan başlar ama bitmezdi, ben de olduğu kadarıyla bıraktım, sonuçta geri kalanı gereklilik değildi sadece mükemmeliyetçilikti, bende daha ileriye götürmedim olayı, işi batırmak da var işin ucunda.

        Şimdi aynı soruyu sormak gerekirse; kendinize başkalarının size davranmasını istediğiniz gibi mi davranıyorsunuz?

        Hayır galiba... Yani kendim için daha fazla şey yapmalıyım, tam olarak ne bilmiyorum ama yaptığım şeylerin çoğunu başkaları oluşturuyor. Mesela burada bir sürü alışveriş yaptım insanlar için ama kendim için pek bişey almış değilim çünkü kendi mutluluğumu başkalarına bağlıyorum, oysa ki kendi mutluluğum kendimde gizli. Gerçi çok uzun zamandır saklanıyor kendi içimde, nelerin altında saklı kalmış onu bilmiyorum, ama uğraşıyorum. Hani yüzyıllar önce gömülü bir hazine vardır, ormanın içinde gömülüdür ve siz onu bulmaya gittiğinizde bir bakarsınız kocaman ağaçlar yerine kocaman gökdelenler gelmiştir, hazinenin varlığından bile ümidiniz kesilir. Eğer mutluluk bir hazineyse ben son bir senedir ümidimi geri kazanıp kazmaya başladım ve daha yeni kürek bir tahtaya çarptı. Yani Londra ya gelince kendime bir ayakkabı aldım, mutlu oldum.
        Sıkıntılarımı ve kötü huylarımı eleştirmek yerine anlamak konusunda ilgili tek söyleyebileceğim, mutluluk hepsinin kökeni olduğu için kökenine bakmaktan vazgeçip eleştiriyordum. O da şu sıralar düzeliyor gibi....
        Geri kalan sadece kendime sormam gereken sorular. Evet, bunu yapmalıyım. Kendisine saygılı olan her insanın yapması gereken bir şey zaten bu, nasıl atladım ki ben bunu!..

        Bi de eklemek istiyorum, kendimizi sevmemiz önemli birşey. Kendini sevmenin ne demek olduğunu ben hiç bir zaman anlayamadım, özgüven dedim hep kendimce ve özgüvenimi sağlam tuttum. Evet yanlış olan bir şeyi yok, kendini sevmenin özgüven olduğunu söylemenin ama sadece bununla yetinmemek lazım, kıllı göbeğinizi, ayak parmak aralarınızı sevmelisiniz. Ayna da baktığınızda var olan şeyle özdeşleşmelisiniz. Ve ben bunu da yeniden sağlamaya başladım kendimce. Garip bir şekilde, bir el geldi göbeğime, hafifçe sevdi onu, ben ise içeri çekmek yerine, elin sahibine gülümsedim, çünkü ben göbeğimi seviyordum. Bunu hissettiğimde anladım ki ben, beni seviyordum, herşeyimle.

Eskişehir'in Ardından

        Eskişehirden çok çok uzaklardayım şimdi, zar zor hatırlıyorum buraya aktarabileceğim şeyleri, tek hatırladıklarım resim gibi sahneler ve duygularım. Güzeldi, herşekilde çok güzeldi. Dönerken o yüksel turizm in otobüsü benim için kral dairesiydi, özellikle saat 3 sularından sonra.

        26 Haziran 2007 benim için yeni bir dönüm noktası oldu. Değişen birşey yok benim dışımda. Ama ben bir saat içinde değiştim, değiştiğimi hissediyorum, artık daha sevgi doluyum, sıkıntılar, depresif aşklar 25’inde kaldı... Şimdi ben varım, korkmadan hayal kuran, umarsızca aşık olan ben varım. Sonuç olarak en kötü hallerini değil, yeniden hepimizin bebekliğimizde olduğumuz gibi sonucun pembe olacağını gören ben varım. Geleceğim artık parlıyor, yapabileceklerimin, olabileceklerimin sınırı yok.

        Çok iddialı oldu değil mi? Görüşürüz

Pazartesi, Temmuz 09, 2007

Eskişehir

        Eskişehir’e gitmeyeli çok uzun zaman olmuştu. Tırsaklığım son derece üstümdeydi ama Nehirlerle gidiyor olmam büyük bir avantajdı, onlarla tanıştığımdan beri bir rahatlık olmuştur üstümde. Nehir, Ben, Emre, Ece ve Çido birinci vagondaydık, bi de bizim birinci sınıflar vardı ikinci vagon’da onlar da beş altı kişi varlardı. Geri kalanlarda tanıdıktı, mesela mimarlıklardan Gizem filan vardı. Yani Eskişehir’e en aç okul belli ki İzmir Ekonomi Üniversitesi’ydi. Keyifli bir yol geçti, hiç uyumadan, muhabbetlerle, şarkılarla tarot fallarıyla ve yemek vagonunda yenilen içilen şeylerle. Tren keyifli bir araç hakikaten, tıngır mıngır, zamanı koşmadan sonuna kadar yaşatan bir araç.

        Eskişehir’e vardığımızda Betül ve Onur karşıladılar bizi, onları da alıp ilk işimiz olarak garın karşısındaki börekçide su böreği yedik ve ardından eşyalardan kurtulmak amaçlı taa bademliğe gittik. Sıcağın anlında, uykusuz, elimizde bavullar. Kimsenin uyumasına izin vermedim, hızımı almıştım her saniyeyi teker teker yaşamak istyordum, sanki Eskişehir’i delicesine özlediğim için gelmiştik. Yunus Emre kampüsüne gittik, kayıtlarını yaptırmak için. Emre’nin bir arkadaşı da katıldı aramıza; Melike. Bebek gibi bir kız, bakışlarıyla tiplemesiyle. Emre ile Melike muhabbet ede ede kendilerine has ayakların dışa dönük olduğu hızlı yürüyüşleriyle 40 senelik Eskişehir’li olarak onlar önden, arkadalarından biz, geri merkeze indik. Yeni bir alış-veriş merkezi açılmış, Kanatlı, orası klimalı diye oraya doluştuk yemek yemeye.
        
        Gözler kaymış yemeklerimiz yedik ve herkes uyumaya gitme kararı aldı, Melike haricinde, Melike’de okulumuzun güzide yurduna gidecekti. Bir şekilde bir fikir atarak en azından Emre’yi kalmaya zorlamış oldum, hiç bir zaman arkada birilerini yalnız bırakmak hoşuma gitmemiştir, her ne kadar kendim yalnız olmak için fırsat yaratmaya çalışan bir tip olsamda. Bir anda karar verdiler ve Shrek3 e gittik. Ben ikinci yarıda 20 dakika kadar uyudum ama geri kalan bir küsür saatlik kısmı çk komikti, hatta uyandığımda çok komik bir sahne vardı ve gözümü açar açmaz güldüğümü hatırlıyorum.

        Sinema çıkışı onları Varuna Gezgin’e götürdüm, her zaman sevmişimdir sabahtan akşama varuna da veya varuna gezginde oturmayı ve ilk defa benimle birlikte sabahtan akşama oturacak birilerini bulmuştum, onlarda hiç kalkmak istemediler. Çok garipti, yaptığımız her şey inanılmaz keyif veriyordu. O ana aşık olmuştum, hiç bitmesin istedim.....

Devam edecek... (inşallah)

Cuma, Nisan 27, 2007

Sabır

Ne gerek var, böylesi iyi...
Olsa fena mı olurdu?
Olmasını isterim,
Keşke olsa...
Olmadı.
Neyse bir gün olur nasılsa,
belki böylesi daha iyi oldu.
Sabır zamanı gelince olacak.

Zamanı gelmedi mi?
Bu sefer olacak zaten.
Oldu gibi, ama yardım gerekebilir.
Yanılmışım.
Sabır, zamanla.

Tüketme beni zaman!
Olacaksa olsun,
Bari bu sefer!
Olmadı, boşver!
Sabır, ama nereye kadar.

Yeter artık siktir et!
Olsa da olur olmasa da,
Sanki olacak!
Sabır, ya sabır...

Aaa! Nasıl oldu?

Düşünüyorum

        Anne: Ne o? Neyi Düşünüyorsun?
        Oğul: Ne biliyim, düşünüyorum işte! Yarın ne yapacağımı düşünüyorum, prototip için ne alsam, hangi malzemeyi kullansam, nasıl onları şekillendirsem diye düşünüyorum. Evde neyi nereye koyacağımı düşünüyorum. Yazı düşünüyorum, staj düşünüyorum. Portekiz’i düşünüyorum.... Aslında bunları mı düşünüyorum bilmiyorum sadece aklımdan bir sürü şey geçiyor ve bunları düşündüğümü düşünüyorum.

        Gerçekten söylediklerimi mi düşünüyorum? Aslında Portekiz’den bile çok Finlandiya’yı düşünüyorum, Portekiz’den Finlandiya’ya her hafta sonu gidilir mi onu düşünüyorum, gitmek için bir sebebim olur mu diye düşünüyorum... Neden, adam akıllı bir hoşçakal bile demeden gittiğini düşünüyorum, onu düşünüyorum, “sevgilisi var mı acaba?“ diye düşünüyorum, ”olacak mı? onu tanıyabilecek miyim? Beni tanıyabilecek mi?“ diye düşünüyorum. Ve her zaman ki gibi ”Neden?” diye düşünüyorum...

        Sadece iki üç kez birer dakika görüştükten sonra nasıl şimdiden o kadar yolu onun için gitmek istiyorum bilmiyorum, neden istiyorum kim olduğunu bile bilmeden.

Salı, Mart 06, 2007

Karakter Testi

ISFJ - "Conservator". Desires to be of service and to minister to individual needs - very loyal. 13.8% of total population.
Free Jung Personality Test (similar to Myers-Briggs/MBTI)

Pazartesi, Şubat 12, 2007

Yenilenme

        İnsanın derisinin ve etinin kendini yenilemesi, baştan yaratması ne garip bişey. Elini kesiyorsun, derini tamamen kemiğe kadar yoluyorsun, içinde damar, sinir ne varsa beraberinde kopuyor. Yarısı bile kesik olsa, o kısım kendini yeniliyor ve diğer yarısınında kurumasını sağlayarak altından tertemiz ve sanki hayatın boyunca oradaymış gibi davranan başka bir parça oluşuveriyor. Neredeyse vücudun heryeri kendini yeniliyor, kemik yeniden kaynıyor, aradaki parçaları yeniliyor, etin tamamen yenileniyor, damarların yeniden esnekliğini kazanıyor.

        Peki ya beyin, ruhun neden yenilenmiyor, neden sürekli kesik üstüne kesik, yara üstüne yaralanıyorsun. Evet, belki kanaması duruyor, belki eskisi kadar acıtmıyor, ama tam olarak da hiç bir zaman eski haline geri dönmüyor. Bir izden bahsetmiyorum, sanki sadece kanaması durmuş taze bir yara gibi hayatında hep yerini alıyor. Geçti artık diyorsun, her gün her saat, ama her baktığında her zaman ki gibi yerinde durduğunu görüyorsun, orada ve hep olacak.

        Bir bıçak alırsın eline, parmağını doğrarsın yanlışıkla, yara geçer araya zaman girer, yara diye birşeyden iz kalmamıştır, ama bıçak seni hala tırstırır, dikkatli olmasını böyle öğrenirsin ama yine de eline alırsın bıçağı, daha kesecek çok domates vardır hayatın boyunca. Peki ya ruhundaki hiç o iyileşmeyen yaralar, senin bir daha o riske girmemeni engelleyebilir mi? Domatesi kesmek yerine ısırdığın zaman bütün suyu üzerine başına sıçrayacak olsada ısırarak yemeyi tercih etmez misin? ya da hiç yememeyi?

        Bu ilişki bitecek, günler belki haftalar boyu acı çekeceğim ve yaralarım kapanacak ve sadece hatırlayacağım bugünleri ama ne gülümsetecek ne ağlatacak, dün nasılsam o gün geldiğinde öyle devam edeceğim yoluma...

        Bu ilişki bitecek ve belki aylar sonra yanlışıkla parmağımı bir bıçakla kesicem, sen gittiğin anda olduğu gibi kan hiç durmayacak zannedeceğim, doktora gidip dikiş attırmak isteyeceğim, ama sonra kanaması duracak ve yavaş yavaş kendini yeniden yaratacak, sonra sanki hiç yaşanmamış gibi yeniden bir bıçak alacağım elime, hiç elimi kesmemişim gibi korkmadan kullanacağım o bıçağı...

        Aşk domates kesmeye benzemez... hehe...

Pazartesi, Ocak 08, 2007

İlkler

        ilkler hep en önemli olmuştur. İlk bu bilgisayarımı eve getirdiğim zamanı hatırlıyorum da, tertemiz ve açtığımda şöyle derin bir nefes alıp, gülümsememi sağlamıştı. İnsan özlüyor o hissi, herşeyin ilkini özlüyor, neden ikinciler veya üçüncüler bu şekilde olmuyor, neden zamanla değer yitiriyor herşey? Peki zamanla içindeki bu heyecanın bitmemesi için yapılabilinecek bişey var mı? Hayat boyu o ilk gün ki heyecan kalabilir mi?

Gizli Özne

Sürekli dönüp dönüp onun yazdıklarını okuyorum. Facebook'ta onun resimlerine bakıp duruyorum, beraber yazışmalarımızı yeniden yeniden...