Perşembe, Ağustos 10, 2006

Kelimeler hiç bir zaman yetmez

        Güneş tam tepede, arabayı hızlı bir şekilde parkedip camları kapatıyorum, aklımda ki tek düşünce camların bir an önce kapanması ve o sıcakta arabanın içinden bir an önce çıkmak. Camlar kapanıyor ve hızlıca defterimi, kitabımı alıp arabanın dışına çıkıyorum. Elimde defter ve kitap, güneş tam tepemden vuruyor ve herşey rahatsız edici şekilde sarı görünüyor,görüntüler sıcaktan dalgalanıyor resmen. Burnumda sadece asfaltın sıcaktan çıkardığı koku ile daha önce geçmiş olan otobüslerin o sıcak egsoz kokusu var. Herşeye rağmen o an bile hayatımdan memnunum, biliyorum ki okulun kapısından içeri girince sıcağın verdiği sıkıntıdan eser kalmayacak. Başım önüme eğik hızlıca yürüyorum okula doğru...

        Kapıdan içeri giriyorum ve girdikten hemen sonra asansörün orada onu görür gibi oluyorum. On saniye önce tek düşündüğüm bezdirici sıcaktan bir an önce kurtulmak iken, onu görmek sıcaktan şikayetlenmemenin ödülü gibi geliyor. Asansörü bekliyor, yakınlarında onun gibi asansörü bekleyen belki on kişi daha var. Gözümün önünde o, aklımda ona nasıl gülümseyeceğim ve ardından nasıl bir tonla “merhaba” demem gerektiğini hızlı bir şekilde aklımdan geçiriyorum.

        Yaklaştıkça, diğer bekleyenler yavaş yavaş gölgeye dönüşüyor, renkler daha parlaklaşıyor; çok serin, sakinleştiren, beyaz bir parlaklık. Derin bir nefes alıyorum, sessizce, içime o bütün derinden gelen huzur kokusunu çekiyorum ve çok sessiz adımlarla, onun baktığı yöne doğru dönüp tam sağında duruyorum, aramızda sadece bir sesin geçebileceği boşluk ve sol elimde tuttuğum defterler var. Bütün enerjisini içimde hissediyorum. Ona doğru gözlerimi bile kaçırmazken, gökte bütün ruhumuz büyük bir aşkla öpüşüyor.

        Bizi yere indiren asansörün kapısının açılma sesi oluyor. Yerimden kıpırdamak istemiyorum, asansörün kapısının kapanmasını, ardından yine yukarıya dönmek istiyorum ama o öne doğru bir adım atıyor. O anda elini tutmak ve “gitme” demek istiyorum ama daha “merhaba” bile diyemezken, düşüncelerim bana ütopik geliyor. Yerimden kıpırdayamıyorum, kıpırdamak istemiyorum.

        O sanki benden hiç haberdar olmamış gibi herkesle birlikte asansöre biniyor, kendimi rüyadan uyanıyormuş gibi hissediyorum ama uyanmak istemiyorum. Asansöre bindikten sonra arkasını dönüyor ve o anda koca bir saniye boyunca birbirimize bakıyoruz, yeniden insanlar gölgeye dönüşmeye başlıyor. Sadece onun, o derin mavi gözleri var, geri kalan heryer aynı huzur dolu beyaza bürünüyor. Çok hafif bir gülümseme beliriyor yüzünde. Başını yavaşça yere doğru eğiyor, utanarak ve yavaş yavaş bana doğru gelmeye başlıyor, asansörden çıkarken kapı kapanmaya başlıyor, onu hafifçe itiyor, sanki bir şey olduğunu hissetmemiş gibi biraz sendeledikten sonra bana doğru gelmeye devam ediyor. Hiç asansör gelmemiş gibi aynı yerine geliyor ve bana doğru kafasını çeviriyor. Bir süre sadece birbirimizin gözlerinin içine bakıyoruz ve yavaşça onun gözleri aşşağı doğru kayıyor ve ellerime bakarak yavaşça sağ elinin dışıyla, sol elimin dışına dokunuyor. Sonra yavaşça bakışlarımızı asansörün kapısına doğru çeviriyoruz ve o sırada ben yavaşça sağ elimle defterleri sol elimden alıyorum ve yavaşça onun incecik, serin ellerini tutuyorum...

Salı, Ağustos 08, 2006

Ayna

        Bugün kendimi çok beğendim. Normal zamanlardan pek bir farkım yok ama nedense kendime uzun uzun baktım aynada. Normal de 3 saniye bile bakmam sadece suratımda bişey var mı diye bakarım ve devam ederim yoluma ama bugün dakikalarca megolomanca kendime baktım, poz verdim, kendi fotoğrafımı çekmek istedim ama artık bir fotoğraf makinem yok malum :)

Pazartesi, Ağustos 07, 2006

Savaş

        Bu bir savaş değil, aşk! Sıradan olmanın yanı sıra herkesin ki kadar farklı, yaşanması gereken ama yaşanamayan. Sözleri sakince söylediğin bir tartışma belki. Sevgi var bunun içinde, başka duyguların içine girmediği saf ama yasaklı. Saçma sapan sözlerin havada dans ettiği bir olay.

        Sevgilisi var ve sevgilim, “hayır, olmaz” denilen herşeyi yapıyoruz çünkü aşk var, oysa ki kendimiz “yapmamalıyız” diyoruz, zaten karışabilecek kimse yok, bilmiyorlar. Öpüşmeler o kadar saf ki bir süre sonra yasaklı olduğunu bile unutuyoruz. Yavaş yavaş gelişiyor herşey ve seks giriyor araya. Aşk herşeyin içinde, dokunuşların, duyuların, kelimelerin. Hiç bir kelime aklında canlandırdıklarınla, hayallerinle bağdaşmıyor, herşey çok daha farklı, çok daha güzel. Nefes alamıyorsun, almak istemiyorsun ama delicesine dışarı nefes veriyorsun ama dışarıda kalmıyor, o içine derin bir nefesle içine çekiyor.

        Bir şekilde herşey yaşanıyor ama sanki yaşanmamış gibi, sevgiliye yalan söylenmiyor çünkü söylenebilinecek kadar farkında değil bilmiyor, sanki bu olayı kalbinin derinlerinliklerinde ki o gizli küçücük, ama en önemli o nokta yaşıyor; ne bedenin, ne mantığın yaşıyor. Ama koku yaşadığın havaya karışmış, sürekli soluyorsun sanki oksijen gibi oluyor bir süre sonra gittiği anda nefes alamıyorsun ama yaşadıklarının farkına varamadığın için neden öldüğünü bilmiyorsun.

        Ve gömüyorlar seni, çünkü sen artık bir şehitsin, neden öldüğü anlaşılamayan bir şehit. Oysa ki bir savaş değil bu bir aşk hikayesi...

Heyecan

        Yine karanlık bastı ortalığı, isteksiz ve depresifim. Her gün kararıyor hava ama bugün gündüz çok aydınlıktı, resmen parlıyordu hayatım, gözümü aldı dakikalar ve şimdi hayal meyal hatırlıyorum herşeyi ama güzeldi. Uzun zamandır duymadığım kadar heyecan duydum, saçmaladım. Şimdi nefes alamıyorum, heyecan beni yordu galiba, artık ilkokulda değilim gelemiyorum bu kadarına bile, kendimden nefret edebiliyorum bu durumlarda.

        Bir garibim, daha önceleri olmadığım gibi, yeni bir tarafım, yeni keşfediyorum sanki kendimi. Ama galiba tanımadan aşık oluyorum, sesine, bakışlarına, tavırlarına... Umarım tanıma ve aşık olma fırsatını verir bana yoksa şu anda ki durumum uzun süreler devam edecek ve istemiyorum şu anda olduğum gibi olmak. Dedim ya bir garibim...

Gizli Özne

Sürekli dönüp dönüp onun yazdıklarını okuyorum. Facebook'ta onun resimlerine bakıp duruyorum, beraber yazışmalarımızı yeniden yeniden...