Perşembe, Nisan 20, 2006

Gelecekten anılar

        Arabadayım, müziğin sesi açık elimi direksiyona vurup ritim tutarak, sahil yolundan evime geri dönüyorum. Üzerimde keyifli bir yorgunluk, aklımda son bir haftada yaptıklarım, eve gidince yapacaklarım var.

        Bahçe kapısının kumandasını alıyorum evime, basıyorum ve yavaş yavaş açılmaya başlıyor kapı. O kadar büyük bir kapı değil ama şu filmlerde olanlar gibi iki kanatlı, demirden, iki tarafa açılan cinsten. Açılmaya başlamasıyla beraber aynı anda bir sürü ışık yanıyor bahçeyi aydınlatan, e malum yalnız bir insanım, bazen aksi şekilde beni kandıracak görsel şeylere ihtiyaç duyuyorum.

        Evim küçük cam çoğunlukta olan küçük bir ev, kocaman evleri hiç bir zaman sevemedim, ilk kez ikea’ya gittiğimde bile en çok sevdiğim 24metre karelik olan ev uygulamasıydı. Ama paranın getirdiği bir şey galiba lüksten de kaçamadım, havuzum evin oturduğu alanla aynı yere sahip. Evin en çok beğendiğim yeriyse salonun havuza bakan kısmı galiba, oranın altı da cam üstü de ve bir kısmı havuzun üstüne uzandığı için orada oturunca havuzun üstünde oturmuş oluyorsun, oranın verdiği suyun üstüne oturmuş hissini seviyorum. Arabayı park yerine koyuyor kilitliyorum, her zaman yaptığım gibi kilitlerken Mini’ye bakıyorum. Duygusal bir bağım var sanki onunla, ondan geriye kalan tek şey galiba o yüzden.
        
        Alarmın şifresini yazıyorum, içeriye giriyorum, evde ayakkabılarımla dolaştığımdan çıkarmıyorum ama cebimdekileri hemen boşaltıyorum, zaten sırf bu işi yapmak için evin girişinde solda bir girinti var ve orada kocaman bir kase, herşeyimi onun içine atıyorum. o girintiyi geçer geçmez yine solda 40cm alt kotta yapılmış biraz geniş bir salonum var, iki basamakla iniliyor, yerler ahşap, geri kalanı alabildiğine cam, salona doğru baktığınızda sola doğru arkasını dönmüş üç kişilik bir kanepe ver yerde yastıklar, televizyonum yok salonda ama küçük bir şöminem var. Sağ tarafa baktığınızda ise giriş kotunda olan bir mutfak, salona amerikan mutfak şeklinde bir tezgahın oradan bakıyor ve girişi açık.
        
        Ben hiç bir zaman eve geldiğimde ne mutfağa, ne de salona girmeye alışamadım, hep yatak odamdır ilk gittiğim yer, gider üstümde ne var ne yoksa çıkartır, anadan üryan bir şekilde mutfağa döner buzdolabın kapağını açıp içecek birşeyler aranırım ve nedense sürekli birşekilde bunu yaparken bacağımı kaşırım. Sonra soğuk birşeyler alıp orada iki yudum alır, evimle özlem gidermek adına 10saniye gibi bir süre salona ve salondan gözüken ışıl ışıl havuza bakarım sonra da banyoya çıkarım. Bu akşamda aynı şeyleri yapıyor ve odama çıkıyorum ardından mutfağa sonra da banyoya...

        Görgüsüz diyin isteseniz ama banyomun içinde bir jakuzi var ve tepesi tamamen cam, içeride bir de saklı müzik sistemi. Dolduruyorum jakuzinin içini, beni sakinleştiren esanslardan koyuyorum içine ve ışıkları kısıp, jakuzinin içine giriyorum, eskiden bu kadar sıcak suyu sevmezdim, artık kaynar gibi olmadn giremiyorum... Kumandaya uzanıyorum, elimde mutfağa gittiğimde almış olduğum Cumartesi Kırmızı -nedense şaraba çok para veremiyorum ve galiba en sevdiğim içtiklerim arasında hep bu oldu, yada herşeye olduğu gibi bunla da bi duygusal bağım var. - müzik açıyorum, zaten hazırda yapmış olduğum ‘banyo keyfi’ isimli liste, çalmaya başlıyor...

        “in the mood for love - Yumeji's Theme - Umebayshi Shigeru;“

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Gizli Özne

Sürekli dönüp dönüp onun yazdıklarını okuyorum. Facebook'ta onun resimlerine bakıp duruyorum, beraber yazışmalarımızı yeniden yeniden...