Cumartesi, Mayıs 27, 2006

Evlilik

        Bugün bir sürü ülkeden, bir sürü insan aynı anda aynı masada oturuyorduk, hırvat, amerikalı, sırp, kolombiyalı, boşnak, türk... Bir Amerikalı ile Hırvat kızın evlenmesi için aynı masadaydık, herkesin buluştuğu dil ingilizceydi, çoğu fransızca’da biliyordu... Karşımızda abim yaşlarında yani benden 2-3 yaş büyük bir çift oturyordu, evlilerdi ve bir çocukları vardı, yanımızda yine abimin yaşlarında bir çift vardı ve onların yanında da, ayrıca evlenenler de o yaştaydı. Hepsinin karısıyla veya müstakbel karısıyla en azından 3-4 senelik bir ilişkisi vardı. Bir ara yüzüklere baktılar, ya beyaz altındı ya da gümüştü bilemiyorum ama benim parmağımda ki gibiydi ve ister istemez kendi durumun gözümün önünden geçti. Bundan sonra çok zor artık dedim kendi kendime ve geçmişimle ilgili pişmanlılar duymaya başladım yine. Yani hayatımda ki en güzel fırsatı kaçırmıştım, hem de onlarla karşılaştırırsak daha özel bir fırsatı, ne evlenenler birbirlerine, ne de evliler birbirlerine o kadar tanıdık bakıyordu, benim o “geçmiş” ilişkimin daha sıcak ve daha tanıdık bakışlara sahip olduğunu farkettim ve neyi kaçırdığımı, neyi sonsuza dek kaybettiğimi yine farkettim. Biliyorum kendimi suçlamamalıyım ama suçluyorum, çünkü bana ve benim geçmişime dair çok fazla “şunu yapmış olsaydım...” veya “şu olsaydı...” ile başlayan cümle var. Mesela eğer Anadolu üniversitesinden mezun olmuş olsaydım o zaman şimdi belki evlenmiş bile olurduk! Nasıl bilmiyorum ama o zaman bir çaresini bulabilirdim, ne biliyim belki Eskişehir’de iş buşurdum kendime, sonuçta inşaat mühendisliği en ücra köşede bilr geçerliliği olan bir meslekti.

        Bazen kendime daha iyi oldu diyorum, yani ne biliyim buraya gelmem bile sorun olurdu veya onun okumak için bir yere gitmesi yine benim için problem olurdu. Mesela ben buraya gelirken kesinlikle “bensiz gitmeni istemiyorum“ derdi, ama kendi gidiyo olsa ”beni kısıtlama, bu benim hayatım“ derdi. Şimdi ise özgürlüğüm kendi elimde istediğim yere gidiyorum veya ona gittiği için kızmayıp, onu merak ederek zamanımın hepsini geçirmiyorum (tabii ki merak ediyorum). Ama herşey bir kenara, geri döndüğümde o kadar hissedicem ki onun yokluğunu! Yani buraya yazdığım şeyler veya anlattığım şeyler haricinde şeyleri kimse sormayacak, oysa ki o olsaydı en detaylı şekilde öğrenmek isterdi, yaşadıklarımla ilgilenirdi, onu küstürerek gitmiş olsam bile geri döndüğümde sarılarak karşılardı beni. Gerçi bazı kişilerin hakkını yememek lazım, ben izin verdiğim de bunu yapacak insanlar var, bir ya da iki kişi bile olsa varlar. Ama işte onu özel kılan buydu, benim onu merak ettiğim kadar beni merak etmesi ve benim anlattıklarımı dinlediği zaman gözünün önünde canlandırdığı şeyin ben olması, yani beni gerçekten o kadar iyi tanıması...

        Her neyse Özgür; kendine artık tek söylemen gereken -ki sürekli söylüyorum- ”geçti Bolu’nun pazarı sür eşşeğini Niğde’ye“ olması gerekiyor. Geçmiş olsun, bundan sonrası için bari o kadar olmayacağını bilesen de iyi bir şeyler yap, artı pişmanlık duyacağın şeyleri yapma göz göre göre...

        ”Sen elinden geleni yap, bırak tek derdin şanssızlık olsun.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Gizli Özne

Sürekli dönüp dönüp onun yazdıklarını okuyorum. Facebook'ta onun resimlerine bakıp duruyorum, beraber yazışmalarımızı yeniden yeniden...